Çarşamba, Nisan 04, 2007

şehre bir film geldi...

filmlerin ardı ardına ve soluk soluğa seyredildiği yıllarda,
yüzyıl öncesinde dünyayla kurduğu ses parmaklarıyla piyano tuşu arasında olan ve kocası parmağını kestiğinde yere yığılan kadından, kendini bir çingenenin yatağında kurban veren adamdan, başlangıçtaki sözlere takılı kalmış ağaç gölgesinde ağacın kurumasını ve sulama zamanını bekleyen ardı peşi bağıran oğuldan, zamanın döngüselliğinde/aynılığında/hep aynı olacaklığında bir müslüman arnavutu bir sırp kilisesinde barındıran rahipten, bir kıyı kentinde her erkek sevdiğini öldürür" - wilde'dan ilhamlanarak- şarkısını pencerenin gölgelendirdiği kıvrımlarından seyrederek, erkeklerini, seyreden kadından, hayatındaki kadınları bir düş alemine sokup çağıran, onları bağırtarak danslar ettiren güler yüzlü adamdan, çocuklarını düşlediği hayatlarda bulamadığında, gezinirken onları, herkesin keyfi yerinde demeye çalışan babadan, sevgilerin, düğümlerin, eksik kalışlıkların, ölümlerin, yaşamların, olacak olanların, olmalı demişliklerin, bedenlerin, bedenlere can katan, can alan, can eksilten tüm dokunuşların, tanıdık olmanın, ... hayata tanıklığın, karşındakinin duyduğuna, duyacağına aşina oluşlukların, kendine aşinalığın, -damarlarına yöneldiğinde elindeki kesici, ...-kasıklarına dayadığında yanlızlığından ard'a kalanı, ...-bırakıp gitmenin ve bırakıp gidememenin, ...-ceninlenerek uzandığında bilmediğinin göğsüne, ...-karanlıklarda dolanan ellerin, gözlerini yitiriyor olmanın, ... olmanın ... olmanın ...



nasıl da uzar bu sözcükler, cümleler....
....

Hiç yorum yok: