Cuma, Mart 21, 2008

uzaklaşıldıkça 'genç' olunan yaşlardan, daha bir sıkı tutulur olur diğer el...

'bırakma' sözü yerine geçer kavrayış...

nice daha 'eller' tutulabileceği düşüncesiyle 'değilen', 'harcanan' eller yoktur artık....




.

Pazar, Mart 16, 2008

pazar pazar

eskiden, ülke insan sayısının onda birinin, yirmide birinin desteğini alan ters söylemcileri kovarlardı o ülkede paylaşım arenasından... şimdi de iki kişiden birinin desteğini alan adamları kovmaya çalışıyorlar... o ülkeye zarar verenler sıralamasında en aşağıda yer alabilecekler oysa ki... ilk sıradakiler hala gevrek gevrek gülüyorlar ya da anıtlarla süslendiriliyorlar iken... üç-dört yıl önce ilk sıradakine adana-seyhan'da bir savcı dava açmıştı, yirmibeş yıl sonra, yirmibeş yıl önce yaptıklarına dair... sürdüler savcıyı... o zaman zarar ziyan sıralamasındaki yer belirleyici olamaz...

paylaşım arenasında zamanında 'pay'lanmışlar, 'pay'larının 'başkaları'na aktarılmasına itirazlanıyorlar... o yüzden gitmeliler...

o kadar ölüme ve acıya rağmen 'ağıt'lar kalıcı olmadı bu ülkede... ne sürülmüş olmanın, toprağından, komşularından, doğduğun, kökleştiğini sandığın ülkenden ayrılmanın hüznü yansıdı şarkılara rembetiko -neşe veren çalgılarına ve ritmine rağmen kulak nasıl da duyar notalara sinmiş gözyaşlarını- gibi, ne tutkulu aşkların sürdürülemezliği karşısında yaşanan ayrılık ya da reddedilişlerin sert ama akan ritimler yarattığı tango gibi, ne de evladını, sevdiğini beklerken okyanus kıyısında 'can alan' denize dualar ederken ağızlardan süzülen fado gibi... ne de kan ve hayat' karışımını yaşamak, direnmek, mücadele etmek adına haykıran, sosa, jara gibi insanlar... ne de ülkesi ikiye ayrıldığında 'ülkem ayrıyken şarkı söyleyemem' diyen feirouz gibi insanlar... oldu bu ülkede... hayatın gerçek, özritmi dışına bilinçli bir çıkıştı bu ülkenin şarkıları...

işte o yüzden, kaybeden sadece ağlar, çığlıklanır bu ülkede... çığlık, meşrulaşır o gibi an'larda... hayatın özritmini balyozlayanlara çığlık atılamaz, ağızlar kapatılır...

bu anlamda kulaklarımdan silinmeyen tek bir haykırış var yarısını aşmış yaşamımda, zırhlı hapishane aracına bindirilip kapılar kapanıp hareket ettiğinde, arkasından 'benim evladım bişey yapmadı, o daha çocuk' diyen manisalı annenin sesi...
.
.
.
oysa ki mart, oysa ki sıcak güneş, oysa ki dallar çiçekli bugün...

Cuma, Mart 14, 2008

. . .



kimi z a m a n ağır basar




Cumartesi, Mart 08, 2008







uzak dur! Sokrat'a baldıran zehirini uzatan kanlı çocuk...


ruhu tırnaklayıp acıtan nasıl bir gerçektir bu?

ben de siz kadar 'ben' idim

ben kadar 'siz' idim:

etimin içine sığınmış bir ruh'um





zehri uzatan kanlı çocuk!

doğan güneşin altındaki parlak teninle fethederken dünyayı,
ruhuna söz geçirmez kanlı nefesinle...
bilmez misin ki gece karanlığı soğuk


ve soğuk titretirken bedenini, fetihlerin anılmayacak bile...


tanrının laneti, ama şeytanın nimeti içinde boğulmuşken, nedir aldığın nefes?


et, kemikten limelenirken toprakta

bilirsin ki

çığlıklanacak ruh, dua edercesine