Salı, Temmuz 31, 2001

ayna



every moment that we were together
was a celebration, like Epiphany,

in all the world the two of us alone

you are bolder, lighter than a bird's wing,
heady as a vertigo you ran downstairs
two steps at a time, and led me
through damp lilac, into your domain

on the other side, beyond the mirror
The road from the station lay through Ignatyevo, turning off near the farmstead where we spent our summers before the war, and then on to Tomshino through a dark oak wood. We usually recognized the family when they appeared from behind the bush. If he turns towards the house, it's Father. If not, it's not he . .

ayna


Son zamanlarda artık hep aynı rüyayı görüyorum. Sanki hep beni, daha önceleri dedemin evinin bulunduğu o sonsuz kıymetli yerlere dönmeye zorluyor. Benim kırk küsür yıl önce doğduğum yere, tam o bembeyaz kolalı örtüyle kaplı yemek masasının olduğu odaya. Ve oraya dönmek istediğim her seferde, bir şeyler bana engel oluyor. Bu rüyayı çok sık görüyorum, artık buna alıştım. Zamanın kararttığı ahşap duvarları ve karanlıkta yarı aralık duran kapıyı gördüğümde, ben, daha rüyamda bile bunun bir rüya olduğunu biliyorum. Ve bu karşı konulmaz mutluluk uyanmanın vereceği hüzünle kararıyor. Bazen bir şeyler oluyor ve artık evi ve çocukluğumun evinin etrafındaki çamları göremiyorum.

İşte o zaman hasret çekmeye başlıyorum. Kendimi yeniden çocuk olarak görüyorum. Ve herşeyin ilerde olmasından dolayı, her şeyin mümkün olmasından dolayı kendimi çok mutlu hissediyorum.

Çok mutlu…







I keep having the same dream. It seems to be forcing me to return to the bittersweet site of my grandfather's house, where I was born on the table forty years ago. Something always prevents me from entering. I keep having this dream. When I dream of the log walls and dark pantry, I sense that it's only a dream. Then my joy is clouded for I know I'll wake up. Sometimes something happens, and I stop dreaming of the house and the pines by the house of my childhood. Then I grieve and wait for the dream that will make me a child again, and I'll be happy again, knowing that all still lies ahead, and nothing is impossible.

Pazar, Temmuz 29, 2001

virginia's letter


dearest,

i feel certain that, i am going mad again. i feel we can't go through another of these terrible times and i shan't recover this time. i begin to hear voices and can't concentrate. so i am doing what seems to be best thing to do.

you've given me the greatest possible happiness. you've been, in every way all that anyone could be. i know that i am spoiling your life and without me, you could work. and you will, i know.

you see, i can't even write this properly. what i want to say is that i owe all the happiness of my life to you. you have been entirely patient with me... and incredibly good... everything has gone from me but the certainty of your goodness. i can't go on spoiling your life anylonger.

i don't think two people could feel happier that we have been.

virginia

virginia's letter


dearest,

to look life in the face
always to look life in the face
and to know it for what it is
at last, to know it
to love it for what it is and then
to put it away.

dearest,

always the years between us,
always the years
always the love
always the hours


virginia

Cumartesi, Temmuz 28, 2001

persona






- Düşünüyordum da Elisabeth, bence sen hastanede kalmamalısın. Bu sana acı veriyor. Eve dönmek istemediğine göre sen ve hemşire Alma, benim deniz kıyısındaki yazlığıma gidebilirsiniz.
- Anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmanın umutsuz düşü… var gibi olmak değil, var olmak. Her an bilinçli. Aynı zamanda kendin olduğun için olduğun insanla diğerleri için olduğunun farklılığı. Baş dönmesi hissi ve sonunda yorgunluktan yığılma isteği. İçinin görülmesi, kesilip biçilmek hatta hatta yok edilmek. Her ses bir yalan, her jest sahte, her gülümseme bir tuzak. İntihar mı? Hayır. Bu çirkin. Sen bunu yapmazsın. Ama sessiz ve hareketsiz durabilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Kendi içine kapanıp, ışığı söndürebilirsin. O zaman rol oynaman, sahte yüzler göstermen gerekmez. Sence….
- Ama gerçek kan kırmızıdır. Saklandığın yerde kalamazsın. Hayat her şeyin içine sızar. Tepki vermek zorundasın. Gerçek olması ya da olmaması kimsenin umurunda değil. Bu soru sadece tiyatroda önem taşır. Orada bile pek az.
- Seni anlıyorum Elisabeth, sessiz ve hareketsiz olmanı anlıyorum. Bu iradesizliği, fantastik bir sistemle değiştirdiğini biliyorum. Seni anlıyorum ve sana imreniyorum. Bence önemi kalmayana kadar, bu rolü oynamalısın. Artık ilginç olmayana kadar. Sonra onu bırakırsın. Yavaş yavaş diğer tüm rollerini bıraktığın gibi.

Yaz sonuna doğru, bayan Vogler ve hemşire Alma, doktorun evine taşındılar.


Kitaptan bölüm.
Taşıdığımız tüm heyecan, bütün çarpık hayallerimiz, yok olma korkumuz, anlamsız acımasızlığımız, dünyevi durumumuzun acılı yansıması, öbür dünyada kurtulma umudumuzu yavaşça yok etti. İnanç ve şüphemizin karanlığa haykırması, korkmuş yararsız bilgilerimiz yalnız kaldığımızın en büyük kanıtı.

Sence böyle değil mi?

Cuma, Temmuz 27, 2001

vive L'amour

bir şarkı gibi geldi uzaktan
taşların ağladığı, günlerini kavurduğu,
dağları, denizleri ikiye ayıran peygamber efsanelerinin
diyetini ödeyenlerin ülkesinden...
oysa ki tanrı kurbanlar indirmişti yeryüzüne...

yitişini ve nefessizliğini
rüzgara, beyazına ve suyuna bağrını veren uzun adanın bakire
kadınlarının göğüslerinden akan süt
ile
göğsünde dağlanan keskin çeliklerin akıttığı kan
ile
ayırdına varan
uzandığında erişirdin gözlerinin kısıklığında görülecek düşlere


dudaklarına


elvedanın acısı,
sevginin değil

zaman içinde sürüp giden sürgünlüğünün
yankılarıyla sarıldığında tanımsız yokluğa
bulduğun garip bir kesintidir, tekrar doğrultusuna
döneceğin çizginin bir bölümünden çıkarılan;

yağmurun ve yağmursuzluğun ortasında geldin


apartman dairesi boştu

kıvrımların yaşanmadığı, gözlerin birbirine değmeden kısıldığı,
havanın suya, suyun dipsizliğe büründüğü ülkede
yaşamla yaşamsızlık arasında karaya dönüşene yakın, gel’i olmayan,
git’i olmayan, döngüsüz,

nokta’lıklığı bırakamamaksızın

apartman dairesi boştu

duvarların gövdesizliğini, tekliğini yansıttığı, günsüzlüğün
dönüşmediği
dönüşemediği...
dokunduğunda bitişin olmadığını bilmeksizin
seslerin haykırışa ve uyuma gizlendiği umutların yanına kıvrılıp

büyüyen, gürleşen, tekliğinde kendi bedenini arayan


yanına kıvrılıp uyudu

Pazartesi, Temmuz 09, 2001

If you come with me you'll know. . .what you're missing in the streets of Dublin


60 larda irlanda'da tutucu bir kasabada, bir otobüs biletçisi, yaşlı adam Wilde'ın Solome'sini oynamaya kalkıyor... kimse bilmiyor ne hissettiğini, neyi arzuladığını, "adını anmaya cesaret edemedikleri aşk"tan bahsediyor insanlara,
ve bir gece, aynanın karsısında kirpiklerini koyulaştırıyor, beyaz fularını takıyor, yanaklarını allaştırıyor, yakasına karanfilini takıyor,
Wilde'a benziyor, endamı, durusu, yürüyüşü, güzelliği...ile...

pub'a giriyor, birinin yanına gidip kulağına bisey fısıldıyor, dışarı çıkıyorlar bir sokak arasına sarısın yaklasıyor biletçi nefesini tutamıyor ... vurmaya baslıyor. tekmeliyor... küçücük kasabada herkes duyuyor olayı... kız kardesiyle yaşıyor biletçi, kiliseden, günah çıkarma odasından ayrılmayan kardesi önüne hazırlayıp koyduğu yemeği itiyor, "bu ellerin dokunduğu şeyleri düsündükçe... bir daha ellerinle yaptığın hiçbirseyi yiyemem" diyor... biletçi diyor ki; "ellerim kimseye dokunmadı ki, ellerim sevgiden daha masum... "

Pazar, Temmuz 08, 2001

I. Marthe



birinci savasin avrupasinda, alzace-lorrane, fransız askerleri...

yaralananlar bir kiyi kasabasina getirildi, yol boyunca biri elinde sevdigi kadinin fotografina bakti, bakti, günler sonra birileri fotografi aldilar elinden gizlice, bagirdi çagirdi, agladi, fotografin ardindan,
kahverengi ve tonlarinda bir resim, beyaz dantelali omuzlari firfirli yuvarlak yaka bir blüz, lülelendirilmis saclar, islanmaktan, tutulmaktan, cepte tasinmaktan kenarlari yirtilmis bir resim, bir kadin,

diger yarali askerler yol üstünde bir agacta ipe asili buldular askeri, savasiyordu, kan üstlerini bürümüstü, ölüm akiyordu hepsinin gözlerinden dudak kivrimlarindan,
ölen arkadaslarini siperleri saglamlastirmak için sıkıştırıyorlardı,

bir tek günes vardi bildikleri, bir de elindeki resim, korkuya direnebilecegi, güçlenebilecegi, umutlanabilecegi bir resim, kaybolduktan sonra hersey yokoldu, hersey yok oldu,

tutunabildikleri sürece yasayabilenler ve tutunamadiklarinda ise yitip gidenler,

Salı, Ocak 30, 2001

hyde;

soluklanalı az oldu ki
üşüştüler yeniden, ensesini gördüm, yukarıya açıklanan saçları altında gerdana düğümlenen ince tel durur
diz kapağının kemikli kaydırağı doluca sallanır, gerisinler değer
anlamca ya da anlamadan
baş eğilir yana omuz kenarları-uç-
arası gezinildiği olur ara sıra
diğerinin ise göz ve sesinin alttan gelen inceliğine duyulur.
eskisi gelir
eskicisi
gelip gelip duran dolanan ortalığında, yerde
kimisi ise beğenilmez, beye gelmez
kar yağarken dışarıda, bacaklara dolanır eller, kollar, yine de gider,
gitmiş miydi,
‘ kar yağıyor ‘
gecenin karanlığında açar biri görülmemezini parmaklarını indirip kaldırır, davetkar, yüzünü çamurlamıştır tanrı
dizler kırılır-gerilir, eller yordamını bulur, gezinir, yontulamayan yüzlerin altları gezinir, soyunmak ve girmek üzere yamaç aralarına
bırakılıp atıldığında, bir sonrakine,
sırada kim var?

göğüslerine gün beş, saat yedi, hafta elli dokunulan, dökülünen kadın bekler yokuşlu yolun kenarındaki parmaklanan kapısında, gün altıyı, saat sekizi, hafta ellibiri

köşelere geçen yüzünden gelen eller saldırır ellere, yakarır bir dokunuşa, bir bir daha, biraz daha,
kaçınılır eller, yamaçlara koşturanların arkasında, berisinde

Cumartesi, Ocak 13, 2001

neden hep olmazlarda


İnsan soyuna soyuna deriye varır, onura, öz saygısına varır. Bunları yüzmek, koparıp atmak, güçtür ya, soyunmayı yürekten benimsemiş kişi, sırası geldiğinde, bu son adımı atmağı değer bellediğinde, ölmesini bilir. Ne ki, bir tek kez yapılabilecek bu işi, böyle bir eylemin değerini anlayacak kişiler karşısında yapmak ister. Yanılır da, sırası geldi diyerek, olmayacak bir yerde girişirseniz bu işe,

acı bir masal olur çıkarsınız


sevgili K,

dayanışlar yine yitmeye yüz tuttuğunda, yine sana geldim. Önce yıkılacak diye korkulan ama bir anda gittikçe büyüyerek herkesin ölümüne neden olan ada’da yaşayan ada’yla “bir” olan adamın masalı... bütün masallar “bir” olmaya dairdi... “tek” olmaya dönüşün acılı-karalı-aydınlı masalları...

“tek” olmaya dönüşün aydınlı masalı olabilir miydi?

Sanılırdı, sadece. Denenebilirdi. Tüm yıkıcı-yıkmaya hazır-yıkmışlığı bilinmiş geçmiş hayatı ile “tek” olma düşleri içine girmiş ve buna ulaşabileceğini düşünmüş birinin masalı. “O” geldiğinde masal başlamıştı, sevgili K. “Gözlerini gördüklerinde sana da gelenler” olmuş muydu? Bedenlerin kıvrımlarının bile bütünleşmeye hazırlanmışçasına kendilerinden çok önce biçimlenmeye başladıkları o “tek” olmaya hazırlananların masalı başlamıştı, bir yerinden zamanın içinde. “Sözcüklere” girmeyelim henüz. Yalnız kalmışlığı sana anlatmamalı. Kimseye dillendirmemeli. Yumaklanmış bir duygudur bu, içi karanlık, dehlizli, her şeyi ama her şeyi yaptırabilirli bir birikinti, durur her bir kimsenin nefeslendiği hayatının bir yerinde. Dayanmak ve tutunmak.... önce bunlar alınır satılır, deneme tahtalarıdır, ilk uğrak noktalarında. Acımasızlığı, tek taraflı bağlayıcılığı barındırır her kullanıldıkları cümle içinde. Bir de sözcükleri yoktur bu masalın. Bu “tek” oluş masalının. Sözcükler hep bilindikleri yerlerden getirilirler. Kendileri bile olamamışların dilleridir üreyen. Uymazlar çoğu, neredeyse hep. Sanrılar yaratır, karabasanlar çıkar gelirler. Rüya anlatıları görüntüler bazen sözcüklerin neler olduklarını. Sözcükleri yoktur bu masalın, kendi sözcükleri. Susuşlar, bakışlar, dokunuşlar öyküler olanı biteni. Geçmişe ait yıkıcılıkla beslenenin arınma isteği de var ise, masal tam bir acınasılığa dönüşür. Gidişler, gelişler... bakışlardan ilmik ilmik istenilenler çıkarılır, kendinden edilir... seçip alınır istenilen, içlerinden... alınamaz olduğunda da, sorgulanmaya yüz tuttuğunda da elde edilenin ne olduğu sorusu sorulur. Yıkıcı, yıkmıştır bir kez daha.