Salı, Eylül 26, 2006

kayıt düşmek hayata, dünyaya

uzananlar













dualar













ışıldayanlar














dokunanlar














el ele tutuşanlar

Pazartesi, Eylül 25, 2006

kavşaklar











bakışlar










yitişler












kalışlar








sorular











düzenler









faniler












yürekler

Pazar, Eylül 24, 2006

kan'a doymayanlar











dikenli teller













yollarda büyüyenler









tanklar












dualar













pay kavgasındakiler

Cumartesi, Eylül 23, 2006

yansımalar







yüzler









gölgeler







zaferler








katiller







günebakan düşler









ara'lıklar












umud'a salınanlar

Cuma, Eylül 22, 2006

yukarıdakiler











aşağıdakiler









aynılaşanlar






yılmayanlar








izler









sahneler








sahnedekiler

Perşembe, Eylül 21, 2006



dışarda yağmur yağıyor, gülüm.

Çarşamba, Eylül 20, 2006








beden, aklın ve ruhun karşısında...


koruyor kendini, cerahatlendiriyor ruhun acısını, aklın itaatkarlığını yöntemler bulup deliyor...

beden, akıl ve ruhdan ayrı

ötelettiriyor, iteliyor, ...

bir ölüm, bir ölüm daha, bir savaş bir savaş daha, bir acı, bir acı daha...





blue'da julie, kızını ve kocasını kaybettikten sonra gittiği kır evinden çıktığında, bileğini duvara sürterek yürüdü, yürüdü...
bildim...
iç/ruh acısının beden acısına dönüşmesini...
beden'i acıtarak ruh acısının öteleneceği "saf"lığı...
beden kazanıyor, sonunda, eninde ya da
sonunda...
akıl "anlamı" kuramadığında
ruh "pörsüdüğünde"...

Pazartesi, Eylül 18, 2006

yıl 1848

"Burjuvazi, sürekli genişleyen bir pazara duyduğu ihtiyaç nedeniyle yerkürenin en ücra köşesine kadar gider. Burjuvazi dünyanın her köşesinde yuvalanmak, yerleşmek, ilişki kurmak zorundadır. Burjuvazi dünya pazarını sömürmek amacıyla gittiği her ülkede üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik kazandırır. Buna karşı çıkan gericilerin tepkilerine aldırmadan ulusal sanayinin üzerinde durduğu zemini yıkar ve ulusal sanayii olduğu gibi yok eder. Yok olanların yerini alan yeni sanayi kuruluşları artık yerli ham maddeleri değil, dünyanın en ücra köşelerinden ithal edilen hammaddeleri kullanarak üretim yapar. Ürünlerini yalnızca kendi iç pazarında değil dünyanın dört bir yanında pazarlar. Ülke içinde yapılan üretimle karşılanan talep ve isteklerin yerini, uzak diyarlardan ve iklimlerden ithal edilen ürünlere yönelik talep ve istekler alır. Yerel ve ulusal düzeyde kendine yeterlilikten vazgeçen uluslar karşılıklı bağımlılığı benimser. Bu kural entelektüel üretimde de geçerlidir... Üretim araçlarını hızla geliştiren, ulaşım ve iletişimde muazzam atılımları gerçekleştiren burjuvazi en barbar ulusları bile kendi uygarlık alanına çeker. Bütün ulusları, yok etme pahasına da olsa kapitalist üretim tarzını benimsemeye zorlar. Kısacası burjuvazi kendi imajına göre bir dünya yaratır."

Çarşamba, Eylül 13, 2006

rüya, bilge, haber,

"Mutluluk, mutluluğu hayal etmek mi acaba?
Mutsuzluk, mutluluk hayalini kaybetmek mi?"

rüyamda bunu sordu bana ve dedi ki "O, benim bir parçam, ruhumu içinde taşıyor ve ona eziyet ettikçe, bana eziyet ediyor"

sonra şöyle dedi, "insan ağaç dibinde yetişen bir mantar kadar değersiz değil; umudunu kaybetmesin, geleceği bilindiği halde her seferinde insanı şaşırtıp sevindirerek gelen bahara kendini bıraksın, zamana hiç danışmasın"
"insanlar" dedi, "amaçlarını kaybettiler, içlerinde kocaman bir boşluk var."

Salı, Eylül 12, 2006

79-82 yıllarında Van'da yaşıyorduk. babam, polisti. bir gün sonra -kış aylarında iki gün- gelen gazetelerde sütünlarca ölenlerin isimleri yer alıyordu, taranan kahvehaneler, bombalar, basılan evler, alınan karşı-intikamlar, 77 1 mayıs'ında taksim'de taranan insanlar, toplu katliamlar, şehir çatışmaları, kendi yönetimlerini ilan eden kasabalar, ... tatillerde istanbul'a teyzeme gelirdik, 22 temmuz'da öldürülen kemal türkler'in cenazesinde annemin elinden tutmuş teyzeme gidiyorduk. topkapı'da caddenin ortasında, karşımızda jandarma ve polisler, arkamızda mavi elbiseler giymiş, sol elleri sımsıkı havada bağıranların arasında koşturuyorduk.

Grass'ı anlamaya çalışıyorum. 26 yıl önce bugün neler hissettiğimi. "artık ölümlerin olmayacağı"nı düşünmüş çocuk aklı, sevinmişti... darbecilerin van'daki valiliğin önünde yaptığı konuşmaya gidip baktığımı hatırlıyorum. darbeden sekiz yıl sonra, grass'ın o kararı verdiği yaşta, tepedeki iktidar sahibinin, yasaklı siyasi rakiplerinin geri dönmeleri üzerine yapılacak referandumun bir önceki akşamında televizyona çıkıp yaptığı konuşmadan sonra ağladığımı da... gazete sütunlarındaki ölümler devam edecekti...

yıllar sonra çok net anlayabiliyorum. iktidar, bilgiyi kendi için kullanır. kendi iktidarının sürekliliği için bilgiyi değiştirir, insan'ı manipüle eder.


...


biz, arada kalmıştık.

lise'de bir akşam üzeri okul çıkışında üç erkek-iki kız aynı yönde yürüdüğümüz için ertesi günü müdür ve yardımcısının uzun cetvelleri kafamıza vurulmuştu... "kemal, bundan sonra doğru eve gidilecek, değil mi? nazan, bundan sonra doğru eve gidilecek değil mi? korkut? zeki? özlem?" sınıftakiler bize bakıyorlardı.

haberler geliyordu yurdun her tarafından, lennon'un imagine'ının sözleri çekmecesinde bulunduğu için işinden atılan ve işkence gören vergi memuru, sırasına kalemle kazıdığı 'S' harfi orak-çekice benzetildiği için işkence gören liseli çocuk, almanca dersinde öğrettirilen "çırpınırdı karadeniz, bakıp türkün bayrağına"...

baskı her yerdeydi, sokaklarda toplu halde yürümeler yasaktı bir aralar. geceleri sokağa çıkılmıyordu. duvarlara yazı yazan delikanlıların duvar başlarında öldürüldükleri bir ülkeydi burası.

darbeciler, "demokrasi"ye geçiş yalanından sonra da gitmediler. o yıllarda, yurt dışına sürgüne gönderilen pek çoğu geri döndü, bir kaçı darbecilerin ellerini öptü. "kendi geleceklerini belirleme, bu belirlemede söz hakkını koruma ve kullanma adına" yollara, sokaklara dökülenler bundan vazgeçtiler, kimi korkutularak, kimi sevdiklerine bir şey olmasın diye, kimi yanlız kaldığı için, kimi ise sunulan lütuflardan yararlanabilmek adına... bütün dernekler, partiler, örgütlenmeler yasaklanmıştı.

insan yapayanlız kalmıştı.

...

biz, arada kalmıştık.

politiktik. ama pasiftik.

ilkelerin, insani değerlerin yitişini, sahip olmanın, tüketmenin, "önce ben, sonra da ben" anlayışının, "daha fazla, daha fazla" hırsının etrafımıza hakimiyetinin günler, aylar ve yıllar içindeki yaygınlaşışını izledik.

tutunduğumuz, tutunabileceğimiz değerleri korumuş olanlar beslenmeyip, asılmışlardı.

bir yandan da, beyaz spor ayakkabıları göze hoş geliyordu. ekvador'dan gelen muzlar, alanya muz'u gibi küçücük değildi. aralık'taki yerli malları haftasında, ayrıcalıklı olanlar "lafaş kiri" peynir getirmeye başladılar, tükenmez kalemi bile silen silgiler kokuyordu artık.

...

nixon yerine carter baştaydı. kissinger yerine henze söyledi aynı cümleyi,

...bizim çocuklar işi başardı...

çocuklar, işi gerçekten başardı. insan hayatlarının değersizleştirilmesini... insan hayatlarının küçülmesini... insan hayatlarının yanlızlaştırılmasını... "değer" yerine gelenler "elle tutulmuyordu, saklanmıyordu, bakılmıyordu, mücadele edilmiyordu"...

elleri hiç bir zaman titremeyen adamlar, bu işi başardılar.

ne gariptir ki başarıları hala sürüyor....



http://www.belgenet.com/12eylul/12091980_08.html

Pazartesi, Eylül 11, 2006







comment of...


çöküş...
sonun başlangıcı...
düşüş...
diyebilsedik keşke...
sempati besleyemiyorum nedense o kulelere de, o kulelerin çöküşüne de... üzgünüm, o kulelerde ölenlere de... yalakalık yapmaya lüzum yok... en kıyak takım elbiseleri üzerlerinde, bir gece önce bilmem hangi akşam yemeği partisinden baş ağırılı kaç kişi yürüdü girdi o binaya, 11 eylül sabahı... kendi mutluluklarının peşinde, düşüncesizce yakarken binlercesini kongo'da, sudan'da, ırak'ta... sağa sola attığı üç beş kuruş mastürbasyonun eşiğinde düşünüp dünyanın geri kalanını, hangimiz vicdanımızı temizlemekten söz edebiliriz... suç belki de diğerini düşünmemektedir, diğeri için bir şey yapmamakta... hayır, hepimiz amerikalı değildik o sabah Le Monde'ın dediği gibi, hepimiz düşünmeye başladık... ve her halk hak ettiği gibi yönetilir ve her vergi ödeyenin kiralık katilidir ordu ve politika... new york'da yaşamı seçmekle seçmemek arasında büyük bir insani ve ahlaki fark vardır...
11 Eylül 2001'de New York'da ölenlerin sevgili anne, baba ve arkadaşları.

Ben Şililiyim. Londra'da yaşıyorum. Belki de bir ortak noktamız var sizinle. Bunu bilmenizi isterim. Sizinkiler katledildi. Benimkiler de öyle. Ortak bir tarihimiz var. 11 Eylül.

11 Eylül salı. 1970'de seçimler yapıldı. 18 yaşındaydım ve ilk kez oy kullandım. Muhteşem bir rüya görüyorduk. Emeğimizin meyvelerini ve ülkemizin zenginliklerini paylaşabileceğimiz bir toplumun rüyasını. 1970 Eylülünde, hepimiz oy verdik ve kazandık!

Gökyüzü bayraklarla donanmış.. Kırmızı, beyaz, mavi... Tarihimizin yazıldığı yerde.. Her sokakta.. Her kavşakta. Sesler sonsuz bir okyanusta dalgalar gibi yükseliyor. Yumruklar sıkılı, havaya kalkıyor dağlardan denize.

Çocuklar için eğitim hakkı ve süt.. İşlenmemiş toprakların, topraksız köylülere dağıtımı... Kömür, demir madenleri ve temel endüstri kollarının ulusallaştırılması...

İnsanlar hayatlarında ilk kez, huzura kavuşmuşlardı.

- Ben halkın zekasına güveniyorum.
..Örgütlenen toplum akıllıdır.
..O zaman halkın örgütlenmesinden korkmak niye?

Ama tehlikenin yaklaştığından habersizdik. Sizin devlet sekreteriniz Henry Kissinger
açıkladı :

"Bu ülkenin kendi vatandaşlarının sorumsuzlukları yüzünden..."

"...komünizmin ellerine düşmesine sessiz kalmayacağız."


Bizim demokratik kararımız, oylarımız hiç bir şey ifade etmiyordu. Pazar ekonomisi ve kar, demokrasiden daha önemliydi. O andan itibaren.. sizin ve bizim acımız, resmileşti. Başkanınız Nixon, ekonomimizi ayakları üzerine doğrultacağını söyledi. CIA'ye bir askeri ayaklanma organize etmesini, bir darbe hazırlamasını emretti. 10 milyon dolar - ve gerekirse fazlası da- başkanımızı, Salvador Allende'yi devirmek üzere ayrıldı.

Sevgili arkadaşlar, liderleriniz bizi yok etmek için ellerinden geleni yaptı. Ekonomimizi felce uğratan bir ulaştırma grevini kışkırttılar. Tüm ticari alış verişi kestiler ve kaosa neden oldular. Bizim zaferimizi kıskanan tüm o ülkelerle birlikte anlaştılar. Dolarlarınız neo-faşistleri besliyordu. Şiddeti körükleyen, fabrikaları ve elektrik santrallerini bombalayan neo-faşistleri.

Beklenenin aksine, bunlar işe yaramadı.

Allende!
Şili senin yanında!
Ben Şililiyim!
Allende Hükümetini destekliyorum.

Bu halkın hükümetidir çünkü. Adil ve özgür bir geleceği kurma hakkına sahip olduğumuzu bir kez daha tekrarlıyoruz. Yerel seçimlerde yine kazanmıştık.
- Peki Birleşik Devletler ne yaptı?
11 Eylülde..
..özgürlük düşmanları ülkemize karşı bir savaş başlattı.
..ve güneş farklı bir dünyada battı.
..Özgürlüğün kendisinin bile tehlikede olduğu bir dünyada.
11 Eylülde..

..özgürlük düşmanları bizim ülkemize karşı bir savaş başlattılar.
Şafakla birlikte, ordular ve tanklar başkanlık binasını kuşattı.
Allende, bakanları ve danışmanları içerideydiler.
Moneda Sarayı'na saldırdıklarında Allende kaçmadı.

"Bizi köleleştirecek güçleri var."
"Ama sosyal ilerlemeyi durduramazlar... ne cinayetle, ne şiddetle."
"Tarih bizimdir. Onu yazan halktır."
"YAŞASlN ŞİLİ! YAŞASlN HALK! YAŞASlN İŞÇİLER!"

Katledildi.
Bir salı günü.. Bizim salı günümüzde.. Katledildi.
11 Eylül 1973'de.
Yaşamlarımızı sonsuza kadar lanetleyen bir gündü.
Dizimden vurdular beni. Sonra kafamı pisliğin içine soktular. O kadar çok dövdüler ki..
..bilincimi kaybettiğim zamanlar oldu.


Eylül ayında bir salı çalışmaya gittin..
Santiago'nun kuşatılmış sokaklarında...
Mitralyöze karşı sağır sokaklar..
İhanetlere kör sokaklar..
Başıboş dolaşan ölüme kayıtsız..
Bir salı çalışmaya gittin ve dönmedin.
Geziyorum sokaklarda..
Şehirden şehire gidiyorum.
Seni arıyorum, arıyorum seni..
Seni gördüler mi? soruyorum..
Elimde..
..bir fotoğrafın var.
Öte zamanlardan kalma bir gülümseme, gözlerinde parlıyor.
Neredesin?
Bilinmeyen bir yerde.
Gözlerin çökmüş,..
Vücudun hırpalanmış...
Ama rüyalarına.. el değmemiş.
Bir salı çalışmaya gittin ve dönmedin.

Hapiste bir gün parmaklıkların arkasından German Oastro'yu kollarından asılmış vaziyette gördüm. Yürüyemiyordu. Kulaklarından kan akıyordu. Kemiklerini kırdılar ve öldürdüler onu.
Birleşik Devletler'de yetişmiş ordu görevlilerinin yönettiği işkence kamplarından söz edildiğini duyardık. Helikopterlerden atılarak infaz edilenleri, karıları ve çocukları önünde işkenceden geçenleri öğrendik. Ne yapıyorlardı biliyor musunuz? Cinsel organlarına elektrik veriyorlardı. Kadınların vajinalarına fareler sokuyorlardı. Köpekleri, kadınlara tecavüz etmeye
zorluyorlardı. Bir de Ölüm Karavanı vardı. Bir general şehirden şehire gidiyor ve istediği herkesi toplayıp öldürüyordu.

30000 kişi katledildi.
30000!
Şili'deki elçiniz işkencenin varlığını açıkladı.
Kissinger şöyle cevapladı :
"Siyasi bilimler konferanslarına son versin artık!"
Devletin başındaki General Pinochet gülümsedi.
Kissinger tarafından, misyonunu tamamladığı için..
..tebrik edildi.
Dolarlar yine Şili'ye akmaya başladı.
Beni terörist olmakla suçladılar. Mahkemesiz ömür boyu hapse mahkum edildim. Beş yılın sonunda beni bıraktılar. Ama arkadaşlarımın güvenliği için ülkemi terk etmek zorundaydım. Şu an, aklımdaki tek şey olsa da...
..Şili'ye dönemiyorum.
Şili benim vatanım, evim.
Ama çocuklarıma ne olacak?
Burada, Londra'da doğdular.
Onları kendim gibi sürgüne yollayamam.
Bunu yapamam.
Ama evime dönmek için ölüyorum.
Aziz Augustin şöyle demiş: "Umudun iki güzel kızı vardır; Öfke ve cesaret."
"Öfke olayların önüne geçer, cesaret onları değiştirmeye çalışır."
New York'da ölen herkesin anne, baba ve arkadaşlarına..
..bizim 11 Eylül'ümüzün yirmi dokuzuncu..
..ve sizinkinin birinci yıldönümünü anacağız.
Sizi hatırlayacağız.
"Umarım siz de bizi hatırlarsınız."
Pablo.
bilgi: Ken Loach'un 11'09'01 filmindeki bölümünde yer alan mektup...

Salı, Eylül 05, 2006

İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac'oğlan eğmelerin
Gönül vermez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye

Pazartesi, Eylül 04, 2006



ne güzeldin giderken kanım can parçam benim

içimdeki kuş tünek değiştirdi

yüreği durmadan dönecek misin?

Pazar, Eylül 03, 2006

aynaları kaldırın


bakın
bakın
bakın unutmayacak kadar
yıllar yılı hatırlayacak kadar bakın

gözlerinize
gülüşünüze

Cumartesi, Eylül 02, 2006

adamın adı Ehud Olmert

okullar açılmış, Meona adlı şehirde ilkokula başlayan çocukları ziyaret etmeye gelmiş


bilgi: adam, israilin başındaki adam.

bilgi: çok yakın zamanda lübnanda bilmem kaç okul, bilmem kaç öğrencisini kaybetti.

bilgi: kurşunların ve bombaların atılması emrini bu adam verdi.


Cuma, Eylül 01, 2006

bugün arkadaşını da getirdi balkona

birlikte uçtular sonra


sonra yine geldi, bu sefer tek





,


Onlar gittikten sonra bir zaman boş kalacak o saf mavilik. Bilmediği bir şeyi özler gibi bomboş bekleyecek. Ayrıldığımız sevdiklerimizle, buluşacağımız ve henüz kim olduklarını bilmediğimiz seveceklerimiz arasındaki o kederli, yalnız ve yalnızlığımızda gizli ümitlerle beklentiler taşıyan boşluk. Gelenler, sadece beklemesini bilenlere geliyor. Bekle..
Gelecekler.
,
Kuşlarını yitirmiş bir gökyüzü gibi kendi acısıyla yankılanacak içimiz. Bir zaman, sonsuza dek öyle bomboş kalacağından korkacak. Yeni gülüşlere alışacağız. Yeni dokunuşlara. Giden kuşlara bakıyorum hüzünle. Süzülerek uzaklaşıyorlar. Gitmenin bir mevsimi var. Gelecek olanları karşılamanın bir mevsimi.