yitip gitmekti, yitmeye dairdi, son yazılar...
Perşembe, Kasım 22, 2007
yitip gitmekti, yitmeye dairdi, son yazılar...
Çarşamba, Kasım 21, 2007
kadın erkeğini buldu
kasıklarını dağlatabildiği sürece orada kaldı
-modern kadın ise güç savaşımına girdi, "aynıyız, eşitiz... safsata..." anlamsızdı bu-
ne zaman ki döşüne gireni tutamayacağını anladı... kadın döş'ünden çıkana tapındı,
kadın kendi erkeğini çıkardığında döşünden, döşüne dolanandan eksiklendiyse, güç bildi, erk bildi çıkardığını...
rakip bildi döşünden çıkardığının döşleyeceği yeri.... o yeri kendisinin bulmasını gelenekleştirdi... gücünden az olanı yeğledi, yeğlettirdi...
kazanırdı bu savaşı... aksine ise itirazlandı... döşünden uzaklaşana, döşünden çıkardığını da ekleyemezdi...
kadın kendi kadınını çıkardığında döşünden, itirazlandı.... kendine benzeyene nefretlendi... kendine güçsüzlüğü ile bezettiğinde kendine acınasılığını ona yansıttı.... ya da acınasılığını kendi yüzüne aynalıyordu.... kendinden güzellendiğinde ise kıskandı için için...
erkek kadınını bulmadı, hiç bir zaman
erkek hep dölünü bıraktığında oradan kalkıp gitmek istedi.
-modern erkek ise orda kalma zorunluluğunu hissederek kalma nedenlerini güçlendirdi... anlamsızdı bu-, döllendirdiği hep orda kalmak isterken ve döşünden çıkardıklarına güvencelik isterken... kendisi, kendisini aradı döşlediklerinde...
ah sukurov, ahhhh!
güç... idiyse... takiplendirdi... gücünü yitirttirdiyse dışlandırdı....
hele de güçten kesiliverdiğinde... kendi ellerini oğlunda gördü... uzaklaştırdı kendini...
oğul anasıylaydı... gücünü kendine ispatlamaya çalışan baba döşlemeye gittiğinde, oğul nefretlendi... annesini korumaya adadı kendini... babası olmalıyken bu... düşüncesiyle...
erk, erkinin sürekliliğini aradı durdu,
kadın ise hep erki taradı, yanında kılmaya çabaladı, yitirdiğinde erk, erkini, başka erk'lere dolandı...
sukurov'un filminde, oğul'un annesini kollarında taşıyışı, başını okşayışı, diğer filminde baba'nın oğluna sarılışı, oğul'un babası'nı koklayışı....
. . .
Pazar, Eylül 23, 2007
inatlaşma
o ülkenin kurucusunun ilke ve devrimleri..
.. elden gidiyor diyerek "hayat"ları ortadan kaldırmaya yemin etmiş adam'dı, "öncelikli olan toplumdur, birey değil" ya da "mülkiyet, öldürücüdür" diyen insanlara karşı "yaratan ile yaradılan arasındaki ilişkiyi siyasallaştıranları" öne çıkaran,
bir diğeri yemeğe doymayan hırsıyla tomtopak hale gelen ellerini, zorla, başının üzerinde (güya sağ'ı da sol'u da bünyemizde birleştiriyoruz anlamını çıkartmaya ıkınarak) birleştirmeye çalıştıran adam'dı, en fazla din adamı ve kadını yetiştiren okulları açan,
bir diğeri, bir zamanlar "elemanı" olan bu adamın kendisinden fazla yiyiyor olmasına içerleyip onun koltuğuna tekrar tekrar oturma hırsıyla "muhafazakar" yalancı kimliğini bastıra bastıra vurgulayan adam ile en tepe'ye, en tepe'ye, bu da yetmez daha tepe'ye yönelmesi sonrasında yerine geçen kadın'dı, ilk adamın kart-kurtlayarak iğdiş ettiği ötekilere, ikinci adamın savaş ilan ettiği ötekilere, bir de iç nefret yaratarak ötekilerin yaşadıkları yerleri terörize etmek üzere dini alet edenleri destekleyen,
Cumartesi, Eylül 15, 2007
suçlu olan şunu dedi: - neydi o zaman oturup da çağırdığın, ne kadar güçlü kıldın ki?
- yücelttiğinle, asıl olan arasındaki farkların gerçekliğine mi ayırttın?
- arkaladığının gerçeğini mi gördün de, yıpranmış rüzgar gibi esmektesin...
- hınç ile...
- söyle, ey divan'a buyur edilen...
Pazartesi, Eylül 10, 2007
Salı, Eylül 04, 2007
Pazar, Eylül 02, 2007
. . .
Peki sır nedir? Allah bir dir.
Güneş ışığı kırılır evin penceresinden girerken
Tıpkı üzüm salkımlarındaki çeşitlilik gibi.
Ama üzüm suyu gibi değil.
Çünkü Allahı'ın nurunda yaşayanlar için nefsin ölümü bir lütuftur.
O ölümü tadan nefs için, ne iyi söyleyin ne de kötü.
Çünkü o artık iyiliğin ve kötülüğün ötesine geçmiştir...
Cumartesi, Eylül 01, 2007
kururcasına....
inandığı, inancını sürdürdüğü, eksiltmediği, inancına yönelik karşı/başka inançlıların saldırılarına göğüs gerdiği sürece yaşayabileceğini, nefes-
varlık
-lerine değer katabileceğini farkettiğinden bu yana, insan,
"tanrı'ların 4 ayak 4 elli 2 başlı tuaf görüntüdeki insanoğlunu ikiye ayırıp, göbek deliklerinden bağladıkları günden beri kendi diğer tarafını araması" hikayesine eş duygularla dolandığını, dudaklarda solukların, bedenlerinde dünyaların çoğaldığını, ikili tapınaklarında yeryüzünün aynaları olduğunu kendinin ve diğer kendinin, farkettiğinden bu yana, insan,
bedeninden çıkardığına duyduğu bitişsiz, eksiksiz, çoğalan sevgisinde yürüyebildiğini, sarmaladığı, koruduğu, çevrelediği, yücelttiği 'yavrusuna' her baktığında hayatla arasındaki soruların ortadan yok olduğunu farkettiğinden bu yana, insan,
yittikçe/yitirdikçe kuruyorsun...
hane'ye ölüm haberleri geldiğinde, dökülen sıvalar, yıkılan duvarlar... iflah olabilir mi o ev bir daha... ilk tanıdığım sebahat teyze'ydi, çocuktum, kazaya ramak kala kamyondan atlayarak ölen oğluna 'bir daha hiç sarılamayacağını' bilerek nefes almayı sürdürdü, anlattığında ağladı, anlatmadığında ağladı, andığında ağladı, hep andı...
ülkenin haber bültenleri ağlayan, yırtınan, içini parça parça dağlayan anne, baba, eş, kardeş'lerin görüntülerini verir oldu, savaşı haklılaştırmak için, ama kimse sormadı, neden bu kadar uzun sürdüğünü, bu soruyu sordurmamak içindi tüm çaba,
sorulmadığı, sorgulanmadığı sürece erk'teki sürdürecekti erkini,
odakları çevirtti, yapayanlız dolaşılan toplu binalar inşa etttiler şehrin tüm göbeklerine, seyredilen 'o' görüntülerden insan olarak üzülen insanlar, üzüntülerini gidermek için ya yaratılan düşmana hınçlarını artırdılar ya da alışveriş merkezlerine koştular...
topluca yitme seanslarına girişlerde üst baş arıyorlar, yitmiş'in varlık muamelesi gördüğü kasa önlerinde kuyruklar oluştu nicedir...
Cuma, Ağustos 03, 2007
don't explain...
- dur'maktan farklı değil aslında 'har'içinde olmak da,
- kim bunlar?
- nasıl bir döngüdür bu?
- almaya ve edinmeye dayamaları her nefeslerini, sıkışmışlıklarının üre'lediği, dışkı'ladığı değil mi yoksa?
- ertelemeye alıştığında, hayallerini de unutmuyor musun, kısa bir an kısımı'nda hatıra gelmesi için harcadığın vakit zaten yok'latmıyor mu?
- 'aynı'laşmak diye bir şey varmış hakikaten, 'tektipleşmek' içine giriverdiğinde kendiliğinden olagelenmiş zaten...
- mahkumiyet yeri ve biçimini kendin seçebiliyorsun en azından, daha "capable ve presentable" olduğunda...
- kendi dilinde konuş!
- ilkeler ve doğruluklardan bahsetme bana!
- belirginleşecek bir şey kalmadığında peki...?
- hayatta mı?... cepten yemeğe kalkıştığında, iyi tarafı da var bunun kötü tarafı da; biriktirebilmişsin, ne güzel... artık biriktiremeyeceksin, ne kötü...
- görebiliyor musun peki, ...?
- pembe, incilerle dolu, elbiseler vaad edilmiyor aslında, isteyen, kendini bilmeden, duruşunu, durabileceği ve duracağı yeri bilmeden isteyen bizleriz... hayır görüyorum tabi, o da yorgun geliyor, mutfakta bir iki kazala kol, yemekte de göz teması... sonrasında ikimiz de aynı yere bakıyoruz...
- huzur'u yeniden tanımlama zorunluluğuyla tanımladığında bitmişşin işte!
- yitiyorsun be güzelim, yitiyorsun...
Pazar, Haziran 24, 2007
pazar pazar...
hava sıcak
istanbul'un merkezine bakan sokaklarından birindeki evime giderken, sokağın evlerinde afrikalılar oturuyorlar, bir sürü afrikalı
hikayelerini bilmiyorum
geçici ikamet yeri midir burası, göçecekleri ülkeye henüz göçemedikleri için bir süreliğine mi burdalar, çünkü izin vermiyor devlet'im göçmenlere, pazar sabahında, sıcağın dolduğu açık pencerelerinden gelen afrika ezgileri, durdum, yine, bağıra bağıra şehre şarkılarını söylerken,
yıllar yıllar önce de kadıköy sokaklarında tek tek dolanırken bir akşam üzeri eski bir evin açık pencerelerinden sokağa çıkan piyano seslerini duyduğumda da durmuştum,
pek çok şeyi unutur hafıza, yüzlerellersokaklar, neden unutmaz bazılarını...
sokağın başında o adam, zenci/afrikalı, yirmidört saat orda hep aynı yerde hep aynı yöne bakıyor, uyuşturucu kullanıyor, yirmidört saat,
son haftadır elinde bir tavşan var,pembe bir tavşan
oyuncak bir tavşan
ayakta göğe bakarken saatlerce elinde göğsüne yakın tuttuğu pembe tavşan,
arkası açık kamyonete çıkmış, kasaya sırtını vermiş, soförlüğün üzerine oturtmuş pembe oyuncak tavşanı seyrederken,
hikayesini bilmiyorum, ama bir hikayesi olduğunu biliyorum
Pazar, Haziran 10, 2007
. . .
Salı, Haziran 05, 2007
Pazartesi, Haziran 04, 2007
Salı, Mayıs 29, 2007
doğan haber ajansı...
Cuma, Mayıs 25, 2007
Perşembe, Mayıs 24, 2007
Çarşamba, Mayıs 23, 2007
Salı, Mayıs 22, 2007
Pazartesi, Mayıs 21, 2007
Pazar, Mayıs 20, 2007
Salı, Mayıs 01, 2007
seyretmek...
Cumartesi, Nisan 28, 2007
orta sınıfın laneti....
Cumartesi, Nisan 21, 2007
nar'a da, incir'e de gazel....
tüm cümlelerimi kuracağım
tüm senin sözlerinin yansıdığını sunacağım
tüm olan'ı da, olmayanı'da gazelleştireceğim...
belki bir masal,
belki zaten soluk...
Cuma, Nisan 13, 2007
sokaklar daraldığında...
Perşembe, Nisan 12, 2007
Pazartesi, Nisan 09, 2007
toprağın çektiğini beklerken...
Novokuznetsk kömür madeni, Rusya'nin Sibirya bölgesi... 106 madenci öldü.
bekleme anları
bekleme anları
bekleme anları
bekleme anları
bekleme anları
bekleme anları
. . .
Pazar, Nisan 08, 2007
Cumartesi, Nisan 07, 2007
Cuma, Nisan 06, 2007
Perşembe, Nisan 05, 2007
Çarşamba, Nisan 04, 2007
şehre bir film geldi...
yüzyıl öncesinde dünyayla kurduğu ses parmaklarıyla piyano tuşu arasında olan ve kocası parmağını kestiğinde yere yığılan kadından, kendini bir çingenenin yatağında kurban veren adamdan, başlangıçtaki sözlere takılı kalmış ağaç gölgesinde ağacın kurumasını ve sulama zamanını bekleyen ardı peşi bağıran oğuldan, zamanın döngüselliğinde/aynılığında/hep aynı olacaklığında bir müslüman arnavutu bir sırp kilisesinde barındıran rahipten, bir kıyı kentinde her erkek sevdiğini öldürür" - wilde'dan ilhamlanarak- şarkısını pencerenin gölgelendirdiği kıvrımlarından seyrederek, erkeklerini, seyreden kadından, hayatındaki kadınları bir düş alemine sokup çağıran, onları bağırtarak danslar ettiren güler yüzlü adamdan, çocuklarını düşlediği hayatlarda bulamadığında, gezinirken onları, herkesin keyfi yerinde demeye çalışan babadan, sevgilerin, düğümlerin, eksik kalışlıkların, ölümlerin, yaşamların, olacak olanların, olmalı demişliklerin, bedenlerin, bedenlere can katan, can alan, can eksilten tüm dokunuşların, tanıdık olmanın, ... hayata tanıklığın, karşındakinin duyduğuna, duyacağına aşina oluşlukların, kendine aşinalığın, -damarlarına yöneldiğinde elindeki kesici, ...-kasıklarına dayadığında yanlızlığından ard'a kalanı, ...-bırakıp gitmenin ve bırakıp gidememenin, ...-ceninlenerek uzandığında bilmediğinin göğsüne, ...-karanlıklarda dolanan ellerin, gözlerini yitiriyor olmanın, ... olmanın ... olmanın ...
Cuma, Mart 30, 2007
başlangıcı geçmişin derinliklerinde kaybolan şehre iade-i ziyaret...
Perşembe, Mart 29, 2007
yağ satarım, bal satarım...
kaynakların transferine -bir taraftan alıp diğer tarafa vermeye- dayanan sistemde,
ses çıkarılmadığı sürece elindekini almaya,
ses çıkma ihtimali olanlarda ise ses kaynaklarını yok etmeye,
seslerini çıkaranların ise seslerini kısmaya,
Çarşamba, Mart 28, 2007
Aynı suyun kenarına susamışlığa inmiş gibi...
diyordunuz, indim ağır ağır
dimdik merdiveninden zamanın,
bir ses verin bana, diledim,
bir başlangıç sesi verin dedim
ve dinledim: Bir tüy düşürün
kanadınızdan bu ülkeye, başka
ülkelere uçup gitsin ince usul
kurduğunuz nakış, dediydiniz,
bir tüy ki değdirsin şehirleri
birbirilerine, açsın sesleri
seslere bağlayan giz kilidini,
dağıtsın anlama bürünmüş tüm
anlamsızlıkları, sırrınız size
kalsın, sizde kalmasın sakın,
yaptığınız resimden artık sakının.
Kan kokusu, demiştiniz yüzünüz
yorgun hem dingin, işte bana verdiğiniz
son ses, son anahtar, son korkusuzluk;
söyledim ve hiçbir şey elde edemedim,
doğru; sustum ve kazandıklarımı
ayrı bir güneşe, ayrı bir geceye sakladım;
doğru: Benden kopan tüyün savrulduğu
ağır ağır çıktığım dimdik merdivenden
aşağı doğru. Yıkılacak bütün şehirler,
silinecek harflerim, parçalanacak taş
tabletlere kazılmış yüzüm, simsiyah
kalacak dîvane dîvanımın kâğıtları:
Kavruk, okunaksız, boşlukta şimdiden
külliyen külüm.
cevaben,
bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adamı için.
yolculuklara, ister gerçek ister düşsel olsunlar, yakıştırdığımız son, öbür kıyıda bitse bile, deniz gene tek kıyılıdır, üzerinde yaşayıp çalışan biri olmadıkça.
Düş de, gerçek de “kor”un içindeydi, zaten… hangi ‘kıyı’larda biteceğini ancak kestirerek çıkılan yolların içinde bazen ‘durarak’, bazen ‘çıplaklaşarak’, bazen ‘yine durarak’ –nefeslenmek üzere, fırtınanın karşısında yön yitimini önce idrak etmek ve sonra tekrar yerine yönlendirmek üzere-, ama sonunda ‘tek kıyılı’lıkta olunduğunun anlaşılmasıyla…
istediğim, denizi yazmak. zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini...
tarihlenmek ve soyunmak… tanıklanmak ve sözlendirmek… adına…
her şeyin bir aradalığına yenik düşeceğimi bile bile...
rüzgar, kor’a değer, üzerinden eser, akar; değer ama yanmaz, eser ama yanmaz, akar ama yanmaz…
Salı, Mart 27, 2007
bir köşe yazısı üzerine...
Cuma, Mart 16, 2007
puslu manzaralar...
Salı, Mart 13, 2007
amazon'daki karıncalar
Perşembe, Mart 08, 2007
Çarşamba, Mart 07, 2007
by Tolstoy...
Pazartesi, Mart 05, 2007
Pazar, Mart 04, 2007
vahşet mimarları...
suskunlaştırılmak
ilkesizleştirilmek
iliksizleştirilmek
hiçbir eylemin sonuç vermeyeceğine, aksine vücudundan bir parçanın, ruhundan parçaların ayırılabileceğini örneklendirerek inandırmak, pısırıklaştırmak
el ile, emek ile, yürek ile, ter ile yaratılan tüm değerleri değersizleştirmek
korkutmak
korkuyu her yere, her sokağa, her umuda, her ilişkiye, her söze, her kitaba, her görüntüye, her ezgiye şırınlamak
korkutmak
bilhassa öldürmek, bilhassa iğdiş etmek, bilhassa yaralamak, kısır bırakmak, aciz bırakmak
yap ki güc'e tehlike oluşmasın...,
Cumartesi, Mart 03, 2007
Cuma, Mart 02, 2007
...
............................................................................
günlerdir, aylardır, yıllardır,
"bir daha hiç göremeyecek" olmanın duygusunun korkusunu tahayyül ediyorum. son günlerde seyrettiğim tüm filmler, sanki seçilmişler gibi bu korkuyu yansıtıyor bana, ya da, düşünce, odaklandığında daha belirgin seçer oluyor... annesi kardeşini doğururken ölen kız çocuğu, kardeşinin yüzüne eğilerek "katil" diyor... israilli askerlerin, düğün ertesi sabahında anne-evine uğrayan gelini öldürmeleri sonrasında kardeşini yerde sarıp sarmalayan filistinli, haykırıyor, göğe bakarak... işkence gördüğü için ciğerleri ödem yapıp ölen adamın oğlu, "bir daha hiç gelmeyecek" diye ağlıyor... "bir daha hiç göremeyecek olmak"...
korku kendi memesini emerek, büyüyor da büyüyor...