altmış anayasasında sendikalaşmaya izin verilmişti. bu, o dönemde belirlenen stratejiyle uyumluydu: kentli endüstriyel işçi sınıfının yaratılması, kent ve kent-yakın bölgelerde sanayinin kurulması, yakın piyasaların tüketme-gücüne ulaştırılması... sermaye ile emek arasında bir uzlaşı doğmuştu, o tarihsel mutlak karşıtlığa rağmen...
devir döndü, bu uzlaşının yeterli olduğu kanaatiyle 80'de darbe geldi. sendika liderleri tutuklandı, işkencelerden geçirildi, sendikalaşma yasaklandı, görece daha ılımlılığa geçildiğinde de farklı stratejilerle sürdürüldü, sendika liderleri statükonun içine çekildi, milletvekili oldular, pasiftiler, güçsüzdüler, edilgendiler, işçi kesimi atomize edildi, parçalandı, korkudan, ekmeksiz kalmaktan, güvencesizlikten, ne yapacağını bilememekten, yanlız ve desteksiz kalmaktan...
sokaklara çıkanlar coplandı, işten atıldı, alnının teriyle, ellerinden çıkan meta'ya gittikçe yabancılaştırıldı, nesneleşti, değersizleşti, iş mahkemeleri, iş hukuku hep aleyhineydi...
fabrika'da, bir işçi tuvaletin kapısına aylık muhasebesini yazmış....
aylık ev kirası
telefon-elektrik-su
çocukların okul masrafları
aylık mutfak masrafı
toplamış
aylık gelirini yazıp çıkarmış
edilgenleştirme
pısırıklaştırma
eli-kolu bağlı bırakma
ümitsizleştirme'de ulaştıkları başarının örneğidir, diye anlatmak istedim.
tuvaletin arka kapısına atılan bir çığlık
amazondaki karıncalar gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder