şehir yerle bir olmuştu.
ses de, ışık da, nefes de, tüm renkler de gitmişti... haber yoktu... ulaşılamıyordu hiç kimseye... can derdine düşenler bakınamıyorlardı bile can'lı kalanlara... toprak delinmiş, doğurduğu her şeyi içine çekmişti... sokaklar tersine dönmüştü...
şehrin dağlarına doğru yollandı sağ kalanlar... duvarları kalmayan evlerin yere dökülemeyen, kıvrımlanamayan perdeleri uçuşuyordu toz ve dumanların karıştığı yerde... yılların tüm hatıraları, incikler-boncuklar-biblolar- özenle tozları alınıp sakınılırken, oncası şehrin dibinden gelen suyun içinde batıyordu... dağlarda öbek ateşler görünebiliyordu yıkıntılardan, ard'a bile bakamayanların ateşleri, tek ışıktı... tüm fotoğraflar duvarların arasına sıkıştı...
...
ertesi günlerde yardıma gelinmişti. sahalara uçaklar iniyor, kutularca ilaç ve yiyecek atılıyordu gökten. hiç bir yere gidemeyecek olanlara barınaklar inşa ediliyordu, kumaşlardan... toprağın çekemediği bedenlere ulaşılmaya çalışılıyordu, eşelenerek toprak... kimse cümlelendiremiyordu hiç bir şeyi... toprağın yetinmediğini düşünenler korkuyorlardı, gözlerini kırptıklarında kalplerinin atışı bile sallantıyı benzeştirdiğinden uyuyamıyorlardı...
...
uzak ülkelerin, görüntü aktarıcıları akın etti şehre. kameralarla dolanıp, kaybedişin görüntülerini aktarıyorlardı kaybetmeyi bilmeyenlerin yaşadıkları şehirlerin alıcılarına... betonların ters döndüğü sokağa doluştukları, bir hikayeden diğerine hızla geçtikleri... bir anda, sokağın başında... 18li yaşlarında bir genç belirdi... sokak dondu... tüm görüntü alıcılar ona çevrildi... yüzü yere bakıyordu... yıkıntıların berisinde oturanlara yanaştı... sırtındaki çantasından, oturan sayısı kadar çorap çıkardı, kaç çocuksa çocuk, kaç büyükse büyük çorabı... hiç bir kameraya bakmadı... sokağa uzanarak, uçtu, gitti...
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder