Pazar, Nisan 30, 2006





travestisi okunur kendi yüzünde kendi gerçeksizliğinin...
.

Cumartesi, Nisan 29, 2006

Cuma, Nisan 28, 2006

Perşembe, Nisan 27, 2006

n.



onyedimde tanıdığım biri vardı, aynı lisedeydik, iki yıl sonra ayrı şehirlere düştük, görüşmeyi sürdürdük, o anlatmıştı:

ankara'da 'duyarlılığın' gösterilmesine yönelik çabalara gerek duyduklarında bir yetim yurdunu ziyaret etmişler, benzer gereksinimlere 'arzu duyan' arkadaşlarıyla...

çocukları sevmek üzere

bir iki oyuncak, vs

çocukların arasında yüzünde büyük bir kırmızı leke olan bir çocuk varmış.

'şeker, tatlı, kendilerini sevdirebilen' çocuklar yanaşmışlar bu gelen 'ablalar'ın yanına

onlar da sevmişler onları

'lekeli' çocuk da yanaşmış,



ama O'nu itelemiş

Çarşamba, Nisan 26, 2006

ilişkiler III

arzu nesnesi olmak/beğenilmek/vazgeçilemez olmak

insan doğar
ilk dönem yakın çepherin (kanbağı) belirleyiciliğindedir. 'güzel kızım/yakışıklı oğlum'. koruyuculukları, ilgileri vazgeçilmeyecek olmak duygusunu, farklı oluşluğu kışkırtır.

"çirkin" bir çocuk olmak,
güzelliğin fetişleştiği dış dünya hala farkedilememiştir
kanbağı ile olan ilişki gevşediğinde, ikinci çepherde (sokak, okul) 'kabul görme' duygusu sorgulanmaya başlanır. üstü başı 'iyi' olanların, 'iyi' evlerde oturup, 'iyi' oyuncakları olanların, 'güzel' olanların tercih edildiği dünyaya hoşgeldin. ilk çepherdeki kışkırtılmış duygu sorgulanır olur. ve yanıt, geri kalanın en temel belirleyicisi olur çıkar.
ayna, resmeder görüntünü.
ilişkilerin zeminine zerkeder gördüğünü: nerede, kim tarafından kabul görecekse oraya yönlenir...
cinsel tatmin isteğinden öteye geçer, kerhanelerdeki kadınların 'sahte yüceltici' muameleleri...
gecenin karanlığında, 'aynalarda yüzü olmayanların' arasına katılır, ... isteniliyordur ... kendini sunar,
'edilgen' kılmıştır kendini
'güc'ü bilmez, güçsüzlüğünü sunar, 'etleşerek'...
sarmalanmayı bilmemişse, sarmalanmayı arar
vazgeçilemezliği bilmemişse, vazgeçilmez oluşluğu...
.
yüzünü çamurlamıştır, tanrı

Salı, Nisan 25, 2006

ilişkiler II

varoluşunu 'diğeri' üzerinden tanımlamaya kalktığında,
'eksiklikler'ini diğerinin fazlalarıyla örtmeye odakladığında ve ilişkinin 'göremediği' biçiminin aslında tamamlanmaya dayalı olduğunu sandığında,
'yaşanmamışlıkların' yaşanabileceği beklentisine büründüğünde

acınası olur çıkar...
iki insanın birbirinin içine ilmek gibi geçivermesidir, ilişki...
bu zaten 'olan' ve çoğalmaya gayreti ve yeteneği olan(lar) için anlamlıdır
aksi durumda, bir nesne'nin bir diğer nesne'yi özneleştirmesine dayalı ilmeklenememiş ilişkilerde, yürütülen her ne ise hastalıklık içeri yerleşir. 'beklentiler' eksikliklerin tamamlanması temelinde biçimlenir. aykırı bir örnek, doğruymuş gibi algılananın kaybedilişi olasılığını yarattığınden, hırçınlaşmak, ölümcül düşüncelere girmek kaçınılmaz olabilmektedir.
özne olma savaşı içinde, birey bu savaşı aynı ideal ile bir başkası ile paylaşıyor ise özne oluş sonrası 'tanım' süreklilik kazanır. savaşın sonunda sadece mücadele paylaşımı kalmış, nesne olmaktan çıkılamamış ise geçmişte yaşanılan 'anı'lar bütünü sürekli referans alınan tutaçlar olarak kalır.

Pazartesi, Nisan 24, 2006

ilişkiler I

ünsal hoca'nin ders notlarindan:

bilim ve teknoloji çaginda bile insan için tek bir kurtulus var: sistemle kendisi arasindaki symbiotik iliskiyi (anne ile çocuk-birey ile toplumsal sistem arasindaki gibi, birinin digerinin varligindan dolayi varlik kazanma iliskisidir bu) her iki birimin ayri ayri varolus kazanarak birbirlerini tamamlayacaklari bir iliskiye evrimlemek yerine, çocugun annesinin varolus biciminin icinde, bireyin de toplumun varolus bicimi icinde eriyip üst sistemle füzyon içine girmesi...

bu sözleri sistemin bireye kurtulus yolu olarak sundugunu belirtiyor, hayatin içinde nesne degil de özne olmak için evrimlenme gerekliligi ve zorunlulugu sistemin karsi çiktigi dolayisiyla engellemeye çalistigi olgular...

etkinlik kazanamayip koza(rahme)ya geri dönme istegi yasam karsisinda edilginlesen bireyin çikis sandigi bir yol...

toplumsal dönemler, yönetimler ve yasama üsluplari bireyi toplum içinde erimeye itiyor, kisi ayri bir varolus biçimi kazanamadiginda, cinsel ve kültürel edilginlige ugruyor...

ancak su da var ki, ayri bir varolus biçimi de, sunulmuyor, yasaklaniyor, desifre edilerek olumsuzlandiriliyor, erime dönemine girmis birey bu savasimi oldukça zor yürütüyor, kimi zaman ise, geri dönüsler yasiyor, kabul ediyor...

"kuzeye yolculuk" masalindaki gibi, elde edilecek varolus biçimi sadece "güzel" bir sey, olmali diye biçimlenen bir ileri düsünce, bilinen tek yol ise, masalimsi, yollara düsmek ve ulasmak, ve yoldayken takilip kalmamak, yol kenarinda nimetlerini sunanlara baglanmamak ve dönmemek...

ancak zor,

Pazar, Nisan 23, 2006

bayram hatırına...



..




elimde onbeşbini aşan fotoğraf var, bunların yaklaşık üçbini çocuk fotoğrafı... bugün hatırına gülen yüzleri ardı ardına serpiştirmek istedim... o kadar azdılar ki... bu resime rastladığımda, sanki 'ne gerek var yalana' dedi...




.

Cumartesi, Nisan 22, 2006

sone

Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı,
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
Gençliğin kibirli, süslü giyim kuşamı
Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;
Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,
Bencil utancıyla israfa övgüdür bu.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
"Benim güzel çocuğum beni kurtarır" dersen
"Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra."
Güzelliğin onda sürdüğünü göstersen!
O, sen yaşlandığında yeniler varlığını
Soğuktan donan kanın duyar ısındığını
.

Cuma, Nisan 21, 2006

Perşembe, Nisan 20, 2006

Çarşamba, Nisan 19, 2006

kuru çığlık


dikenli teller örülmüş çevrene çepeçevre

sen, bu tarafa geçmeyesin diye

cam fanuslarımıza girmişiz çepeçevre
seni duymayalım diye

Salı, Nisan 18, 2006

Pazartesi, Nisan 17, 2006

josé bové, hala sokakta


Agence Presse'in 12 ağustos 1999 tarihli, saat 11.14'te geçen bülteni: 'Millau'da koyun yetiştiricileri bir McDonald's inşaatını yerle bir ettiler.'

Cumartesi, Nisan 15, 2006

bilmez misin...

bilmez misin
işe yaramadığının,

ne zeytin dalı, ne karanfil, ne güvercin

Cuma, Nisan 14, 2006

misket

nasıl özlüyorum

toprakta ufak çukurlar açardık
içine sokmaya çalışırken diğerinin misketini uzaklaştırırdık
ya da
dizerdik on tane onbeş tane
kac taneyi sıradan çıkarabilirsen

eve gelen misafir çocuklarıyla geometrik desenli halının kenarında oynardık...
evlerine giderken de ağlardım, niye gidiyorlar, kalsınlar diye..


o çocukluk günlerini . . .

Perşembe, Nisan 13, 2006

dirinin yeniliğine... 1971


dante gibi ortasındayız ömrün
delikanlı çağımızdaki cevher, gözümüzün yaşına bakmadan geçer...

önümde yağmurun suyu, arkamdaki aynaya hiç yansımayacak bu yağmurun suyu

bir gün doğdum

babamı bekledim

balkonda gazoz kapağı biriktirdim

üzerinde köylü kadın başı olan kuruşlarla sakız ve leblebi tozu aldım

şehrin en büyük caddesinde iki koç kovaladı

teyzemin kucağında uyudum

erik ağacından erik, incir ağacından incir topladım

tulumbadan su içtim

ilkokulu ülkenin üç ayrı ucunda okudum

pencere önündeki divanda babamı bekledim

dedemin ölüm haberi telgrafla geldi, annem ağladı, ben bir şey yapamadım

altı yaşında saç teli inceliğindeki mahşer köprüsünü hayal ettim, korktum

kuluvalla'yı ezberledim, her gece uyumadan önce üç kere okudum

biri annem, babam ve benim içindi, birini dedeme, diğeri de filistin'de ölenlere

sekiz yaşında Kenan başa geçti, insanlar artık ölmeyecek, diye sevindim

sonraları insanlar ölmeye devam edince ondan nefret ettim

ilk aşkım müdürün, ikincisi resim öğretmeninin, üçüncüsü profesörün kızıydı

babamın merdivenlerden çıkışını duyar, yatağa koşar, uyur taklidi yapardım

sol elimi bir kere kaldırdım

onaltı yaşımda kardeşim doğdu

okulda silahlar patladıktan sonra babamı aradım, olayla ilgim olup olmadığını sordu

sabahları martı sesleriyle uyandığım, gözümü açar açmaz galata kulesinin tepesini gördüğüm bir evde yaşadım

alt komşum öldükten sonra o merdivenleri çıkmadım

yüzlerini hatırlamadığım bedenlerde yüzümü kaybettim

en çok asos'u ve bach'ı sevdim

sevdiğine, öldüğünde o yaşarken sevdiğini söyleyememenin acısını bildim

bunu haykırmak için onun geçtiği yerlerden geçtim

galonlarca içki içtim

uyandığım yatakları saymayı kaçırdım

hep ip üzerindeki diğer cambazı aradım, atfettiklerime düştükten sonra bu da değilmiş dedim

yılların, damla damla akışını


izledim

Çarşamba, Nisan 12, 2006

odalarımızın korunaklılığında
ses geçirmeyen bedenlerimiz dokunmak ister...

an'ların birinde
hepsi dualar eder...

dışarıda yağmur hıncını alırken

dualarimiz ne içindir?

tüm sular akmaz, bazen durur

binlerce taş
binlerce mezar
binlerce toprak

ucuz sesler duyulur bazen sadece

kan nehirler

durmak

durmak

sadece durmak

isa'nın ellerindeki acıyı hissedemeyenler

sahi, dualarınızda ne vardı?

Salı, Nisan 11, 2006

Pazartesi, Nisan 10, 2006




tüm yüzyılların ilmik ilmik dokuduğu bir kültürün satılış resmi

Pazar, Nisan 09, 2006

anna ve nurah



... anna, musevi, 2. savaş yılları

... nurah, 9 yaşında, filistinde, babası israil bombardımanı sırasında öldü

Cumartesi, Nisan 08, 2006

le temps qui reste





.. çocukluğun yiter

gider

ardından yaşam eksilir

soluk da

Cuma, Nisan 07, 2006

orda kalmak...




20 yıl önce insanlığın ürettiği en büyük faciayı yaşadılar

derilerine, soluklarına, gözlerine girdi "zehir"

doğdukları toprağa, havaya, suya girdi, yer etti "zehir"

gitmediler

Perşembe, Nisan 06, 2006

Salı, Nisan 04, 2006

.
dayanmak
.

hep vardı









.

ne coğrafya
ne zaman

ne elde, diğerine karşı tutulan

farketmedi
hep vardı,
hep diğerinin 'can'ı üzerine oynandı

Pazartesi, Nisan 03, 2006

iyi haftalar

pencereler kapanır
perdeler çekilir


ne dış ses duyulur
ne dışarısı görünür





görmezden gelen ile görüp de kalıveren ;
gördüğünü iteleyen ile hissettiğini sadece derinleştiren
arasında fark var mıdır?

Pazar, Nisan 02, 2006