İmparatorluk döneminde, İstanbul’da, külhanbeyleri aslında evsiz, barksız, yoksul, işsiz kimselermiş. Mahallelinin yol ızgaralarını açarlar, küfelerini taşırlar, bunların karşılığında da üç-beş kuruş ve yiyecek alırlarmış. Hamamlarda yakılan odunların küllerinin atıldığı, hamamların arkasındaki küçük odalarda yaşadıkları için külhanbeyi derlermiş bu insanlara. Sanırım birbirlerini kolladıkları, arka çıktıkları, sürekli bir arada yaşadıkları için aralarındaki bağ gittikçe kuvvetlenmiş. Aralarına biri katılmak istediğinde bir tören yaparlarmış:
Külhanbeylerinden biri ile yeni katılan erkek, diğerleri onları çevrelerken ortaya çıkar, ayakta dururlar, üzerlerindekileri çıkarırlarmış. İki kişinin giyebileceği büyüklükte beyaz bir gömleğin bir koluna biri, diğer koluna da bir diğeri kollarını geçirirlermiş. Aynı gömlekte…
bir olmaya dair, bir hikayedir.
Buna benzer bir duruş ip cambazlarında da var. Gergin ip’in üzerinde iki ayrı yaşamın birbirlerinin gözlerine bakarak var olmayı sürdürmeleri… hareketlerin uyumu için yoğun hazırlıklara rağmen, ölümcül bir hata, bakışın bir anlığına kaçışı,
iki cambazın ip üzerindeki hareketleri, bana tek bir bedenin ikiye ayrılarak yaptığı hareketler gibi gelir. Denge önemlidir. Ölümcüllüğü yaşamlılığa dönüştürmek için gereklidir. Aynı ip üzerinde…
bir olmaya dair, bir hikayedir, bu da