Pazar, Kasım 26, 2006

fatima el-nejar


dokuz çocuk annesi
fatima el-nejar
57 yaşında
gazze
israilli askerlerin yanında kendini patlatıyor

Çarşamba, Kasım 22, 2006

jö nes vi pa avek ma solitüd

Bazen daha fazladır her şey



bazen değil, hep, fazlalık yüreğindedir, gözlerinle gördüklerinde, duyduklarında...
hatırla,
güneşe ve göğe yakınlığında bir sabah,
atların savrulduğunu gün doğumunda, doğumlarında...


Bir eşikten atlar insan Yüzüne bakmak istemez yaşamın O kadar azalmıştır anlam



anlam yok oluyor zamanla,
yok olur zamanla,
kendi varlığın...
sabahları, taksim-bostancı dolmuşlarına giderken...
hava, gittikçe soğuyor...
ya da geçen yıl, doğum yılımda, nevi-zade'de otururken
karşı'ya giden otobüslerin çalışan motorlarının egzosları'nın bitiminde yaşlı bir kadın durur, bilir misiniz? ısınır, egzos sıcaklığında,
seksenlerini aşmış, o kadını berisindeki mukavva topladığı büyük çuvalı çekerken gördüğünde
sen, ben, o sıcaklığı bedenlerde arama telaşında iken...
ya da
ya da
şu an
dünyanın bilmem nerelerinde ...
kardeşim anlattı. kiev'de, metro girişinde bir mobilya mağazasının reklam broşürlerini dağıtan yaşlı adamı gördükçe içinin ağladığını...
bir benden daha mı var?


O zaman hemen git radyoyu aç bir şarkı tut Ya da bir kitap oku mutlaka iyi geliyor Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar

sokağımın altında travestiler, sokağımın üzerinde de orospular oturur, yazında da kışında da, yılların,
bazen geçerken yanlarından, gözleri değer,
haftasonlarının radikal eklerini, sıcak fırın ekmeğini, salamını, yumurtasını isterken bakkal'dan, sabahın köründe
onlar üç liralık prezervatif isterler...
ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k
ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k
değil midir bu?

Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor


hatırlar mısın, güneşi batırmaya ve doğdurmaya niyetlendiğin o dağ tepesinde dolanırken, suların altında şırıldar ve şarıldarken,
elini uzattığında kayanın kıvrımında ya da elin uzandığında diğer el'e, ne zaman kirlendiğini bilmeden/hatırlamadan "arınmaya yöneldiğin" an' ve an'ları?

Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün Ayrılıktan kaçılmıyor Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür Ömür imtihanla geçiyor Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem



yıllar oldu, nasıl da hatırımda hala... ahmet altan, daha hürriyet'te yazıyordu, on beş yılı aşmış olmalı, bir yazısı vardı, ... evinde... gaipten, annesi sesleniyor... diyor ki
"sen neden yanlızsın yavrum?
nerde sevdiklerin? nerde bıraktın onları?"
reggianni plaktan "yanlızlığımla başbaşayım" derken,
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem



kimleri unutmadık ki... yüzlerini, seslerini... arada kokular geldiğinde... geçmiş ise zaman birlikte... nedir alıkoyan tekrarını?


Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir Bir şiirden bir sözden Bir melodiden bir filmden



yu ar olveys on may maynd' da ya da şubert'in piyano tuşlarında dolanırken, ayrı ülkelerdeyken, dememiş miydin bana, "bu şarkılar, bizim... senin ile benim" diye...

Geçirip güzelleştirmeden can dayanmıyor Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden Bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor Ama fazla da üzülme hayat bitiyor


biliyorum bittiğini, bazen
beklemiyor muyuz?
bana, sadece bir kere sarılmıştın. ayrı bir şehre gittiğimizde.
soğuk odada.
pis şilteli-ince süngerli otel odasında.
"napabilirim ki Oğlum" demiştin, ellerinle sardığın sırtıma vurarak...
oysa ki ben senin sarılmayı hiç bilmediğini düşünmüştüm, ...


bir gün Ayrılıktan kaçılmıyor Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür Ömür imtihanla geçiyor Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir Acının insana kattığı değeri bilirim




küsemem Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir

Salı, Kasım 21, 2006

Çarşamba, Kasım 15, 2006

"hayatın anlamı" mı? click to experience...


.... 70'lerin o siyasi ortamında ankara gazi'de okuyan dayımdan köylerde, kenar mahallelerde yaşayan köylü çocukların resimleri olan kartpostalları gelirdi, bayramda, seyranda. küçük alt orta sınıf aile yaşantımızda bu görüntüler yoktu hiç. ama "dışarıda" olanların, gösterilmeyenlerin hayatlarına ait kanı o küçük yaşlarda oluşmuştu. o kartpostalların dini bayramlarda kent sokaklarında satılmasının amacı bu olsa gerekti. (gerçi yıllar yıllar sonra dayımın hiç o taraklarda bezi olmadığını öğrendiğimde, hele de solculuğa hiç bulaşmamış olduğunu duyduğumda büyük hayal kırıklığı yaşamıştım.)
... dışımızdaki hayatlar...
... anlamlandırmaya çalışıyor olsak da, bu bireysel bir anlamlandırma çabasıydı. bizi ya da yakın aynı dertten muzdarip küçük ve garip toplulukları ilgilendiriyordu. diğerlerini kapsamıyordu.
... peki neden anlam'ı arıyordu insanoğlu ilk dünyaya geldiği andan itibaren? nedendi bu çaba, bu kaotik ve ağrılı/acılı sorgulama çabası?
... varoluşumuza bir değer kondurma/atfetme isteği...
... ediniyor olmayı hayatın anlamı ile ilişkilendirenlerden olmadım hiç...
... kendi varoluşunu başkalarının üzerinden tanımlamaya çalışanlardan uzaklaşmaya çalıştım hep...
... küçücük hayatlara ait küçücük tanımlamalar da korkuttu hep...
... dualarımda her zaman başkaları vardı, kendimi sokamadım dualara...
kendi türümüzün "başarısızlığı" bizi korkutan,
o yüzden, elden ayaktan çekilmeden, tüm yetersizliğine, sakatlığına rağmen hayata tutunanların başarı öyküleri ilgi çekiyor "anchor man"li ana haber bültenlerinde...
"vay be" teranesiyle, bir iki küçük kımıltı yaratıyor olsa da sönüveriyor az sonra.
"bir umut"tu yaşatan insanı...
kendi türümüzün "umutsuzluğuydu" bizi korkutan,
......
anlam, o son anda belirecek. beliren, ya koca bir hayatın tüketilmesi pişmanlığı ile gözleri dolduracak, ya da ... ya da ...
başka bir şey anlatmaya çalışırken, başka bir şey anlatmışım.
olsun varsın...
aslında aradaki bağ kurcalayınca görülebilir.
"bütünü görmek, görebilmek ile mümkün, nefes alışın anlamlılığı".

Salı, Kasım 14, 2006

her kezinde
yaşamak daha ilginç, daha önemli
diyerek kendimi biraz daha dayanmağa kandırıyorum
o kadar
b.k.

Cuma, Kasım 10, 2006



ömrü yetmez anlatanın,
ya susar, ya susar
yeniden başladığı yerde
geçilmiş uzun yollar

her destanın çoğalmış bacakları
ey alınmış yollara iz bırakanlar
çöl sırtında kendi ufkuna vakıf olanlar

yusuf'un kuyusu kalbinde idi

Çarşamba, Kasım 08, 2006

Salı, Kasım 07, 2006

herkesin bir hikayesi varmış




aslında hikaye yüzleryıllık
ey, edinememişliği ızdırap ve geri-çekilmeye dönüştüren!
ya da hikayesizliğini başkalarının hikayelerinin aktarıcısı olarak bastıran!
ya da koza örmeyi -korumak, sahip olduğunu korumak, geçmişini, benliğini, girdabını, fırtınanı, gök'ünü, yağmurunu korumak- duvar örmekle karıştıran!
geçmiş bu ise
gelecek karanlık ise
bugünü tüketme ayrıcalığımız yok ki
hikayelerin acı/ya da/umut -aslında geçmişin izleri taşınıyor, onca'lığına rağmen hala yaşanıyorsa umut'u da barındırmaz mı-
koruyabilecek tek bir şey kaldı...

Pazartesi, Kasım 06, 2006

Pazar, Kasım 05, 2006

kashmir kaynıyor



eli silah tutacak bedenler aranıyor...

damgalanmak


...

iktidar için insan et'ten ibarettir. kendi hakimiyet alanına olası saldırılara karşı ya da kendi hakimiyet alanı yeterli gelmediğinde bu alanı genişletmek üzere o et'leri öne sürer. bir de damgalar... kaç tane var? kaç tane kaldı? kaç taneye daha ihtiyaç var? gibi sorulara kolay yanıt almak üzere...

kalmak


.
ne zaman getirdiler beni buraya? hangi gün? hangi saat?

karanlık, hala karanlık, adım adım, yakın, gözlerim kapalı
gözlerim kapalı, kim olduklarını göstermediler, arabaya soktuklarında gözlerimi kapadılar, ellerimi bağladılar,
zaman ölçülemiyor burda, uyuma isteği, uyumak, uyandığında burda olmayacağını isteyerek uyumak günler geçmiş olmalı nerde olduğumu bilmiyorlar
endişe
merak
telaş
sevdiğinin bir anda yok olması
akşam eve gelmemesi
zamanın ilerlemesi
hala yok hala gelmedi
durmadan soru soruyorlar
yanıtlarını bilmediğim sorular soruyorlar
ellerim yok
gözlerim yok
sesim var
ama ses gitmiyor
aşmıyor duvarları
diğer odalardan çığlıklar geliyor
sesler odaları aşıyor
her yanıtsızlıkta saldırıyorlar
sopa ile
demir ile
yumruk ile
kan'a, kan'ıma bile dokundurmuyorlar
göz yaşları dudaklarıma geldiğinde kan'ın tadı
kan'ın tadını taşıyor

gözlerimi hatırlıyorum

bir parça yeşil

bir parça da bulut

ne zaman geldim buraya? hangi gün? hangi saat? zaman neden yok burda? neden her yakınlaşan ayak sesi onların? neden soruyorlar? adlar yok ki burda, zaman yok ki burda? neyi kimle ne zaman mı yapmışız? bilmiyorum bilmiyorum bilmiyorum yerden kalkamamak denemek ama kalkamamak kalksan bile orda neyin kimin olduğunu bilememek siyah

beyaz, kaybolma, ne olur?

dünyayı değiştirmek istemedim ki ben daha yaşanır olsun istedim daha dokunulur daha paylaşılır yok o kadar değil az daha az olsa yeterdi yollar değildi gittiğim ne duvarı ne sokağı sadece renklerdi

hala bilmiyor olmalılar nerde olduğumu kim'e soracaklar nerede arayacaklar ne kadar bekleyecekler daha daha daha

beyaz, beyaz kaybolma ne olur...

Cumartesi, Kasım 04, 2006

cam kırıkları...

.
320 kişi ölmüştü, neredeyse hepsi çocuktu.

2004'te, Beslan'dan kurtulan doksan çocuğu kral abdullah Ürdün'e güz tatiline davet etmiş. Ajloun Kalesi'nde yaşlı bir ürdünlü kadını ziyarette iken...
ne güler yüzlüsün...
ne sevgi dolusun...

nazım'ın sözleriyle...

Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?
Asansöre sığmaz tabut,
merdivenlerse daracık.
Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak,
belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu,
belki ıslak asfaltıyla yağmur.
Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.
Kamyona, yerli gelenekle, yüzüm açık yükleneceksem,
bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden : uğurdur.
Bando gelse de,
gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
meraklıdır ölülere çocuklar.
Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize...

kendi geleceklerini bir diğerine emanet etmeyenler... dünya...





....

Cuma, Kasım 03, 2006

duvarlarda kalanlar

srebrenica'dan...
kosova'dan...
ispanya iç savaşı'ndan...

Perşembe, Kasım 02, 2006

congo

.
başkent kinshasa'daki inşaatlara satmak üzere dere yatağından topladığı kumları taşırken....

Çarşamba, Kasım 01, 2006

cry in the sun


.
parmak boyu kadarlardı...

ne çabuk büyüyorlar... annelerinin ağzında getirdiğini kapmaya çalışıyorlar.

ağızda, gelebilen ne kadardır ki...?

gün içerisinde, başkası geliyor -baba olmalı- nöbeti o devralıyor, anne uçuyor gidiyor...
sonra dönüyor...
hala, baca deliğinin önündeler...
istanbul yağmurları başladı...
soğuktu, ve yağmur çiselemiyordu, yağıyordu...
duydum ki, 20-30 gün sürermiş büyümeleri,
ve düşüp dururlarmış yuvalarından gün geçtikçe, büyüdükçe...