baya bir önceydi...
kahraman ünvanı alan bir kente sürülmüştük... siyasi görüşünden dolayı sürülen binler/onbinler/yüzbinlercesinden değildi babam... nöbet gününde zuladan amonyak ikramıydı çocukluğumun kentinden, ganita'nın yan tarafında o deniz kenarından, yukarıdaki okulun penceresinden sallanan ellere bakarak gözyaşlarıyla kopmama neden olan... tüm sevgilerim orada kalmıştı....
temel ideoloji belliydi benim için: sorgusuzluk.
doğdugum yıl muhtıra verilmiş
bir, iki yaşındayken üç genç asılmış -otuz küsür yıl sonra tivide dizisini yaptılar, söylenenlere göre baya ağlayan olmuş, -hiç girmeyelim o gözyaşlarına, duygu sellerinde dolananlara- erdal için de yaparlar mı acaba, -hani kemik yaşının onsekizi geçtiği söylenen erdal, o raporu veren adli tıp görevlisi yaşıyor mudur acaba, ya da nasıl içselleştirmiştir o imzasını, düşünsenize, bir imza atıyorsun ve bir çocuk öldürülüyor- o zaman da haberdar olunur mu kara tarihten, bu arada erdal'ı asan adam dün itibariyle marmaris dolaylarında bir okulu gezmiş, sekiz yaşında kravatı açık bir çocuğu eşeğe, kravatını da yularına benzetmiş,-
'bir faşist karşısında faşist olmak istemek' diye bir duygu tanımı var mıdır ki?
altısını biraz geçtiğimde yollarda geleceğini korumak adına yürüyenlere ateş açılmış, yaşadığım kentin meydanından, yıllarca vakit gecirdiğim, yaşadığım, seyrettiğim meydanından...
saat altıda açılan tivi'deki yirmi dakikalık çizgi filmlerden sonraki haber bültenlerinde o günün taranan kahvehaneleri, bombalamaları, ölenlerin adları soyadları yaşları okunurdu... nefes aldığın hayatta, ...
sonra o adam geldi işte, tanklar heryerdeydi... durmadan konuşurdu... resimleri heryerdeydi...
tanıdığım ilk katil....
... dokuz yaşındayken 'artık insanların ölmeyeceği' söylendiğinde bir çocuğa, sevinir haliyle, ben de sevinmiş olduğumu hatırlıyorum, van'ın hükümet konağındaki konuşmalarından birine gittiğimi de...
işte o sürüldüğümüz kentte, 'dışarıdan gelen' olarak biz üç kişiye, ki gençlik de var ser'de... edebiyat ödevi olarak necip fazıl'ın analizi'ni vermişlerdi, kemal'e... almanca derslerinde kaytan bıyıklı biri 'çırpınırdı karadeniz, akan ... ' -unutmuşum devamını- marş'ını söyletirdi dersinde, o yüzden bilmem almancayı... hatta yağmurlu bir gün, bir önceki akşam okul çıkışında aynı yönde evleri olan biz üç erkek ve üç kız yolda yürürken müdür muavini görmüştü, işte o yağmurlu gün, bir üst'üne yetiştirmiş, müdür de girmişti sınıfa, elinde elli santimlik kalın cetvellerden... teker teker adımızı söylüyordu, kafamıza ellerimize vurarak... 'bundan sonra doğru evlere gidilecek değil mi, nazan', 'bundan sonra doğru evlere gidilecek değil mi, korkut', diye... o kent de aynı dinden olup da, farklı mezheplerden olanların birbirini kıtır doğradığı kentlerden biriydi... insanların yüzlerinde 'nefretin' ne olabileceğini okumayı öğrenmek...
o korkulu geceler ve günler herkesteydi, üniversitede altıgen kantine, üzerimize molotof ve kurşunları attıktan sonra kaçıştığımızda, ilk olarak babamı aramıştım, 'sen de karıştın mı olaylara'ydı ilk sorusu...
yıllar içinde ülkenin karış karış satıldığına tanık olduk, kanuni hırsızlıklarla itidar olanlara, iç savaştan ganimet toplayanlara, ...
bu ülkede kent sermayesi kırsaldan gelenleri istemediği için darbe yapıldı
bu ülkede kent sermayesi emek kesiminin güçlenişi kendi aleyhine döndüğü anda darbe yapıldı
bu ülkede kent sermayesi kendini muafazakar diye tanımlayan sermaye güçlenmeye başladığında ...
ülkemde hiç bir zaman ayrıksı/aykırı düşünenlere 'iyi bakılmadı', o kahraman ünvanını alan kentte lise sıralarında otururken bilmem nerede sırasına Ş (orak'a ve çekiç'e benziyor diye) harfini çiziktirdi diye 'alıkonan' yaşdaşımızı okuduğumuzda da, denizlide bir vergi memurunun çekmecesinde lennon'un imagine'inin türkçe tercümesi bulunduğunda soruşturma açıldığını duyduğumuzda da, öğretmenleri gitmesi diye gösteri yapan ortaokul kızlarının toplandığını gördüğümüzde de, bir de manisalı çocuklar var, o manisalı çocuklar...
hiç bir kimse, hiç bir grup, hiç bir iktidar şu ana kadar yapılanların daha ötesinde bir şey yapabilir mi ki?....