Salı, Mayıs 01, 2012

Çukurcuma Sk, Brukner Apt, No 24


Çukurcuma Sk, Brukner Apt, No 24
Ev sahibinin ikinci savaş sırasında Almanya’dan geldiğini, İstanbul’a yerleştiğini söylerlerdi. İki katlı, cumbalı, eski bir evdi. Yoğun yağmurlarda tavan akar, sıvaları düşerdi. Yaşamaya başladığım yıllarda bir iki tane antikacı dükkanı vardı sokakta. Yıllar içinde çoğaldılar. Yandaki Dalgıç Çıkmazı’nın sokağında çingeneler otururdu, yamuk evlerin içinde. Sabahları, öğlenleri, akşamları yoktu, küfredip kavga ederlerdi. En ağır küfürleri duydum, öğrendim. Kinleri yoktu, bir saat içinde çalgıya, şarkıya girişirler, gerdan kırmaya başlarlardı karşılıklı.
Bazı geceler parasını alamamış kadınlar sokakta paralarını vermeyen erkekleri kovalarlardı, topuklu ayakkabılarının sesleri hareket ederdi, çıkmaz sokaktan diğer sokağa. Arada sırada da silah sesleri, gecenin içinde kimden kime gittiği belirsiz.
Çıkmaz’ın köşesindeki karşılıklı ev ile aramızda çamaşır ipi asılıydı. Hiç konuşmamış olsak da bilirdik çamaşır yıkama günlerini. İki çocuğu anımsıyorum, tüm günlerini balkonun demirleri ardında geçirdiklerini, oynadıklarını, annelerinin getirdiği peynirli sandviçlerin arasından peynirleri çıkarıp yediklerini, ekmekleri aşağıya attıklarını. Büyümüşlerdir.
Alt katımda Zehra Teyze yaşardı. Kırk yılı aşkın süredir ordaydı, üç çocuğu orada doğmuş, büyümüş. Her ay kirayı vermeye giderdik, elden, Bay Brukner’e, Cihangir’deki ofisine. Dönüşte iki fileyi dolduracak erzak alışverişi. Her havalar ısındığında sobasını temizlemeye, her havalar soğuduğunda da sobasını kurdurmaya çağırırdı. Arada sırada gelirlerdi ya çocukları, yanlızdı. Merdivenlerden çıkarken annelerine bağrışlarını duyar, üzülürdüm.
Evin yerleri tahtaydı, gıcırdardı. Zehra Teyze rahatsız olmasın diye ezberlemiştim hangi tahtaların gıcırdamadığını, onlara basarak yürürdüm. Kapısı açık olduğunda anlardım, Kastamonu yöresinden yemekler yaptığını, tabakları ve tepsiyi hazırladığını.
Bazen günlerce gelmediğimde ya da görünmediğimde kapımın altında not bulurdum, el yazısıyla yazdığı, saman defter kağıtlarına.
Zeki, evladım, geçerken bir ses et. Senin orda olduğunu bileyim. Zehra Teyzen”
Günlerce eve  gitmediğim zamanların birinde, haberi geldi, öldüğünün.
Kapısının önünden geçemedim bir daha. Yedi yıl yaşadığım evi terkettim, içinden hiç bir şey almadan.

Onaltı yıl sonra duydum ki, o ev Masumiyet Müzesi olmuş. İçinde hep bir yerlerden topladığımız, biriktirdiğimiz küçük eşyaların, anıların sergilendiği. Apartman giriş kapısı yer değiştirmiş. Ön pencereleri kapatılmış. Çıkmaz sokağa bakan balkonun demirleri aynıydı ama. Arka balkon demirlerini değiştirmişler. Yer tahtaları da gıcırdamayanlarından. Oda duvarları yıkılmış, kaldırılmış. Karşı balkondan uzanan çamaşır ipini kesmişler, ucu orda duruyordu gerçi. Sakinlerinin değiştiği sokaktan çingeneler de gitmiş olmalı, gelmiyordu sesleri.
O merdivenlerden bir daha çıkamam, geçemem sanırdım. Zor oldu.