Çukurcuma Sk, Brukner Apt, No 24
Ev sahibinin ikinci
savaş sırasında Almanya’dan geldiğini, İstanbul’a yerleştiğini söylerlerdi. İki
katlı, cumbalı, eski bir evdi. Yoğun yağmurlarda tavan akar, sıvaları düşerdi.
Yaşamaya başladığım yıllarda bir iki tane antikacı dükkanı vardı sokakta.
Yıllar içinde çoğaldılar. Yandaki Dalgıç Çıkmazı’nın sokağında çingeneler
otururdu, yamuk evlerin içinde. Sabahları, öğlenleri, akşamları yoktu, küfredip
kavga ederlerdi. En ağır küfürleri duydum, öğrendim. Kinleri yoktu, bir saat
içinde çalgıya, şarkıya girişirler, gerdan kırmaya başlarlardı karşılıklı.
Bazı geceler
parasını alamamış kadınlar sokakta paralarını vermeyen erkekleri kovalarlardı,
topuklu ayakkabılarının sesleri hareket ederdi, çıkmaz sokaktan diğer sokağa.
Arada sırada da silah sesleri, gecenin içinde kimden kime gittiği belirsiz.
Çıkmaz’ın
köşesindeki karşılıklı ev ile aramızda çamaşır ipi asılıydı. Hiç konuşmamış
olsak da bilirdik çamaşır yıkama günlerini. İki çocuğu anımsıyorum, tüm
günlerini balkonun demirleri ardında geçirdiklerini, oynadıklarını, annelerinin
getirdiği peynirli sandviçlerin arasından peynirleri çıkarıp yediklerini,
ekmekleri aşağıya attıklarını. Büyümüşlerdir.
Alt katımda Zehra
Teyze yaşardı. Kırk yılı aşkın süredir ordaydı, üç çocuğu orada doğmuş,
büyümüş. Her ay kirayı vermeye giderdik, elden, Bay Brukner’e, Cihangir’deki
ofisine. Dönüşte iki fileyi dolduracak erzak alışverişi. Her havalar
ısındığında sobasını temizlemeye, her havalar soğuduğunda da sobasını
kurdurmaya çağırırdı. Arada sırada gelirlerdi ya çocukları, yanlızdı. Merdivenlerden
çıkarken annelerine bağrışlarını duyar, üzülürdüm.
Evin yerleri
tahtaydı, gıcırdardı. Zehra Teyze rahatsız olmasın diye ezberlemiştim hangi
tahtaların gıcırdamadığını, onlara basarak yürürdüm. Kapısı açık olduğunda
anlardım, Kastamonu yöresinden yemekler yaptığını, tabakları ve tepsiyi
hazırladığını.
Bazen günlerce
gelmediğimde ya da görünmediğimde kapımın altında not bulurdum, el yazısıyla
yazdığı, saman defter kağıtlarına.
“Zeki, evladım, geçerken bir ses et. Senin
orda olduğunu bileyim. Zehra Teyzen”
Günlerce eve gitmediğim zamanların birinde, haberi geldi,
öldüğünün.
Kapısının önünden
geçemedim bir daha. Yedi yıl yaşadığım evi terkettim, içinden hiç bir şey
almadan.
Onaltı yıl sonra
duydum ki, o ev Masumiyet Müzesi olmuş. İçinde hep bir yerlerden topladığımız,
biriktirdiğimiz küçük eşyaların, anıların sergilendiği. Apartman giriş kapısı
yer değiştirmiş. Ön pencereleri kapatılmış. Çıkmaz sokağa bakan balkonun
demirleri aynıydı ama. Arka balkon demirlerini değiştirmişler. Yer tahtaları da
gıcırdamayanlarından. Oda duvarları yıkılmış, kaldırılmış. Karşı balkondan
uzanan çamaşır ipini kesmişler, ucu orda duruyordu gerçi. Sakinlerinin
değiştiği sokaktan çingeneler de gitmiş olmalı, gelmiyordu sesleri.
O merdivenlerden
bir daha çıkamam, geçemem sanırdım. Zor oldu.