Pazar, Haziran 24, 2007

pazar pazar...

hava sıcak
istanbul'un merkezine bakan sokaklarından birindeki evime giderken, sokağın evlerinde afrikalılar oturuyorlar, bir sürü afrikalı

hikayelerini bilmiyorum

geçici ikamet yeri midir burası, göçecekleri ülkeye henüz göçemedikleri için bir süreliğine mi burdalar, çünkü izin vermiyor devlet'im göçmenlere, pazar sabahında, sıcağın dolduğu açık pencerelerinden gelen afrika ezgileri, durdum, yine, bağıra bağıra şehre şarkılarını söylerken,


yıllar yıllar önce de kadıköy sokaklarında tek tek dolanırken bir akşam üzeri eski bir evin açık pencerelerinden sokağa çıkan piyano seslerini duyduğumda da durmuştum,
pek çok şeyi unutur hafıza, yüzlerellersokaklar, neden unutmaz bazılarını...

sokağın başında o adam, zenci/afrikalı, yirmidört saat orda hep aynı yerde hep aynı yöne bakıyor, uyuşturucu kullanıyor, yirmidört saat,

son haftadır elinde bir tavşan var,
pembe bir tavşan
oyuncak bir tavşan

ayakta göğe bakarken saatlerce elinde göğsüne yakın tuttuğu pembe tavşan,
arkası açık kamyonete çıkmış, kasaya sırtını vermiş, soförlüğün üzerine oturtmuş pembe oyuncak tavşanı seyrederken,


hikayesini bilmiyorum, ama bir hikayesi olduğunu biliyorum


çok uzak değil hikayelendirmek, belki yoksulluktan ve de yoksunluktan, beyaz dünyanın ellerinden canlarını kanırtarak alışından, generallerinin tavşan öldürür gibi insanlarını öldürmesinden, "önce gemileri geldi, sonra din yayan misyonerleri, sonra da ShellMobilExonBP"
bir kızı mı var ki?
öteki'nin canı acıyor
kızı ölmüştü iktidara oynayan katillerden birinin, kızlarını öldürdüğü annelerin hissettiklerini hissetmiş midir acaba demiştim kendi kendime... hissetmemiş... öldürmeye devam etme uğraşısında iktidarını katmerlendirerek...
öteki'nin canının acıdığını hissetmemek
başka bir dil konuştuğu için dipçiklenen, hastaneye alınmayan, elleriyle dokuduğu beyaz oyalı tülbentine kan fışkıran ana'nın da, kızı'nın da acısını hissetmemek, oysa o yörenin erk'i romatizmadan fışkıran gözlerini döndüre döndüre yine sahnede, şarabın yanında bir kadeh de kan bulunan sofrasında çalgılıtürkülü eğlencelerini göstere göstererek...
pembe tavşanını kızına verecek olmalı, elinde sıkı sıkıya tuttuğu, şehrin meydanının üzerindeki bulutlarla da "bulut oyunu" oynuyor olmalı,

Pazar, Haziran 10, 2007

. . .




resim meksika'dan.


yıllarını orospuluk yaparak geçiren bir kadının gözyaşları.

il idaresi, emekli orospular için bir ev yaptırmış, bunun için ağlarken çekilen bir resim.


ama başka şeyler de görünüyor tüm yüzünde....







karanlığında açar biri kasıklarını parmaklarını indirip kaldırır, davetkar, yüzünü çamurlamıştır tanrı

dizler kırılır-gerilir, eller yordamını bulur, gezinir, yontulamayan yüzlerin altları gezinir, soyunmak ve girmek üzere aralarına

bırakılıp atıldığında, bir sonrakine,


sırada kim var?


göğüslerine gün beş, saat yedi, hafta elli dokunulan, dökülünen kadın bekler yokuşlu yolun kenarındaki parmaklanan kapısında, gün altıyı, saat sekizi, hafta ellibiri

köşelere geçen yüzünden gelen eller saldırır ellere, yakarır bir dokunuşa, bir bir daha, biraz daha,

kaçınılır eller, yamaçlara koşturanların arkasında, berisinde











ne hüzündür bu, ahh, ne hüzün...

Salı, Haziran 05, 2007





. . . içinde debelendiğimiz korkunç/aşağılık durumların bizatihi müsebbipleri de oldukları fikri, kinimi ve tiksintimi artırıyor.
Artırıyor.
Bu topraklara ne kadar daha dayanabileceğim?
Bu günlerde bazen bunu kestiremiyorum. Hiçbir arsada/alanda/kutuda huzur yok bana. Gözlerden oluşan bir varlığa döndüm. Tüm gördükleri, ruhuna batan.
p.m.

Pazartesi, Haziran 04, 2007