Salı, Ekim 31, 2006

kimler geldi?
kimler geçti?


kimlerin geldiğini ve kimlerin geçtiğini bile bilemeden geçer
iken zaman...
yollar çakışır iken bazı zaman,
yollar iteler iken birbirini kimi zaman...
zaman'ın içinde yok iken
kimi zaman...
zamanın içinde ol'maya çabalar iken
kimi zaman...
kalınız sağlıcak ile...

Pazartesi, Ekim 30, 2006

keklik



kekliğim



kekliceğim



vurmasınlar seni
vurulurum....

Pazar, Ekim 29, 2006

balkona "gelen"in yavruları oldu

gün boyu kalkmıyor yerinden, arada başlarını çıkarıyorlar...
can taşımanın
can vermenin
can gözetmenin
can korumanın
kutsallığı/erdemliği/anlamlığı/
. . . . . . .

mevsimleri yok ettik... sonbaharlar resimlerde kaldı...

Cumartesi, Ekim 28, 2006

Perşembe, Ekim 26, 2006

arif'in sözleriyle...

Canım kardeşim,

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü cocuk sayılır,
Anadolu'yum ben,
Tanıyor musun ?


Utanırım,

Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...

Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.

Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz !

Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılan'ı,
Meçhul Asker'i...
Sonra Pir Sultan'ı ve Bedrettin'i.

Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...

Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,

Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının,

fesatçının,
hayının...

Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile

Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.

Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,

Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,

Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,


Bir umudum sende,

Anlıyor musun ?

Çarşamba, Ekim 25, 2006

bye bye, love. bye bye, happiness. hello, loneliness. i think i'm a-gonna cry.
bye bye, love. bye bye, sweet caress. hello, emptiness. i feel like i could die.



natural born killers'ı seyrettiğimizde ne kadar uzak bize demiştik
elephant'ı ya da bowling for colombine ya da central do brasil'i seyrettiğimizde de...

din derslerinde, ağız birliği etmişçesine aynı şeyi söylerdi hocalar:

'değerlerden/inançtan yoksun batı toplumları' diye başlar, intiharlardan/uyuşturucudan/cinayetlerden bahsederlerdi... ny'da ölüp yere yığılan birine binlerce insan yanından geçiyor olsa da dönüp bakılmadığından...

oysa ki,

bizde

kapıların kilitlenmediği mahallelerden bahsedilirdi, 'komşunun açken uyunamayacağı'ndan...


oysa ki,

bitti.


tüketmeye, sadece tüketmeye odaklı toplumlarda bireyin değersizleştiğini öğrenmeye başladık, hızla. kendi ürettiğine yabancılaşan birey aslında gittikçe yoksunlaşıyordu. bunu tüketimle kapatıyordu. sahip olmayanlar, sahip olanları izleyebiliyordu artık. satın alma gücü olan ve olmayan olarak ayrıldı insan. alışveriş merkezleri önündeki cihazlar bile anlıyordu bunu ve ötüyorlardı.

gelecek korkusu belirleyiciydi insan hayatında. sosyal devlet güvence altına alıyordu bunu. ama ona da müdahale ettiler, erittiler... paran yoksa anneni hastaneye almıyorlardı ya da çocuğunu rehin tutuyorlardı...

sahip olmayanlar, sahip olanları sorgulamaya başladığında... tüketemiyor olmaktan çıktığında sorun, ama yaşamıyor olmaya dönüştüğünde sorun...

yüksek duvarlı, güvenlik görevlili siteler inşa edildi şehirlerde... silahlanma başladı...



insan hayatı gittikçe daha da değersizleşiyor
yakında, "natural born killers" hikayeleriyle sarsılacak haber bültenleri,
yakında, ilkokullarda silahlar patlayacak,
yakında, rio varoşlarında vurulan çocukların hikayeleri burada da yaşanacak,
senarist ve yönetmenin istediği şekilde yürüyecek senaryo
yoksa, yoksa çoktan başladı mı...
kestane şekeri satan dükkanda çalışıyorsunuz, bayram, çalışmak zorundasın, üniversitede okuyorsun, sevdiğin var ya da yok, 20 yıl boyunca anne ve babanın özeni/üzerine titremesi, sevmesi... ama biri giriyor, tüfeğini çenenin altına dayıyor ve... ve bitti...
bu, sadece canilikle açıklanabilir mi?
bu arada, iyi bayramlar

Pazartesi, Ekim 23, 2006

kekliği düz ovada avladılar
göz pınarlarına bakmadan
yüreğini yediler
ova, kanlandı
yeşili allaştı
sarısı karardı
ak'ını yitirdi


katleden avcı, kekliği çağırıyor yine ovaya

Cumartesi, Ekim 21, 2006


bu resimler kuzey kore'den...

sıra kuzey kore'de... gibi görünüyor... zira Rice ve Rumsfeld, dolanıyor orayı/burayı... hatırlayın, Irak öncesinde de dolanmışlardı, savaş sanayinin kar marjları Irak'la "doyamamış" olmalı...

daha fazlası, daha fazlası...
kan ile kazanmanın sınırsızlığı: kan karı (ikinci a' incelmiş)
küçük bir haber... olası bir ambargo/yaptırım da (nükleer deneme yaptılar ya/modern dünya deneme yapmaz, nagazaki/hiroşima'ya doğrudan atar) açlıktan ölebilecek kuzey koreli sayısı yüzbinlerce...
şimdilerde ise "kraliçe'nin ajansı" -barış, oralardan görünen nedir?- müdahaleyi gerekçelendirecek resimleri ardı ardına yayınlıyor...
bu insanlara, demokrasi gelmeli? yazık...

Cuma, Ekim 20, 2006



beyaz giyme toz olur
siyah giyme söz olur
gel beraber kaçalım
muradımız tez olur
salına da salına da gel
haydi yavrum dön dolaş yine bana gel
beyaz giyme tanırlar
seni yolcu sanırlar
zaten ben de talih yok
seni benden alırlar
salına da salına da gel
haydi yavrum dön dolaş yine bana gel
alçak ceviz dalları
sıva beyaz kolları
yar nereden geleyim
hep sarmışlar yolları
salına da salına da gel
haydi yavrum dön dolaş yine bana gel

Perşembe, Ekim 19, 2006

Çarşamba, Ekim 18, 2006

balkona "gelen", çalı çırpılar getirdi önce...

kombi balkonumda, etrafında dolap var, baca deliği kapağa denk geldiği için borusu takılamıyor, üstü ve altı açık.

çalı çırpıyı baca deliğinin önüne koydu ve yerleşti.
na zaman baksam, yerinde, başını eğip bana bakıyor. yumurta olup olmadığını göremiyorum. ama kalkmadığına göre, olmalı...
kaç gündür bacadan çıkan duman ya zehirliyse, ya ölürse, ya çeker gider bir daha gelmez ise... korkusuyla ne yıkanabiliyorum, ne de soğuğa rağmen kaloriferi yakabiliyorum.
tünek bulmak geldi aklıma. tüneği yerleştirip yuvasını oraya taşımayı... ama yerinin ellendiğini anlar ise yumurtaları olsa bile bir daha oraya dönmediklerini söyledi biri.
beş gün oldu... benzer bir şey başına gelmiş olan var ise önerilerini bekliyorum.

Salı, Ekim 17, 2006

Pazartesi, Ekim 16, 2006

white book, black book

"insanlar el ele tutuşsa, birlik olsa, uzansak sonsuza"
tarık akanlı gülşen bubikoğlulu filmler tadında kalamadı bu ülke
adapazarı depreminde ikiye yarılan caddedeki migrosun önünde askerler bekliyordu bu ülkede, çürüyen "mal"ların alınmasını önlemek üzere
solo ya da solomon'un 120 günü filminden, passolini'nin, kaçarak uzaklaşmıştı, istanbullu sanatı pek sever kesim, o sıralarda kendi ülkelerinin köylerinden birinde "bok" yediriyorlardı köylülere oysa ki
manisa'lı gençlerden birinin annesinin cezaevi aracının arkasından ağlayışını, metin'in annesinin her gün, her cumartesi gözyaşlarıyla oğlunu anmasını unutarak 'aliye'ye kitlendi bu ülke yaşayanları
şili darbesinde ölen binlerce gencin, kadının, delikanlının ardından yakılan "çav bella" ağıtı çalındığında barda/meyhanede, göbek ve gerdan kıvırdı, tepindi pistlerde
kendi insanını yaktı,
iğdiş etti, hadım etti gencini, çocuğunu, gelecek vermedi,
yaratılan o korkulu dil'in dışında yaşamaya savaşmış, evrensel olan "insan" dilini keşfederek yüzyıllar boyunca yaşayabilir kalmaya ödüllendirilmiş adama nasıl davranabilirdi ki başka?
ne bekliyorduk ki?

Pazar, Ekim 15, 2006

Perşembe, Ekim 12, 2006

Metin Altıok

2 temmuz 93' sivas madımak yangını
o içerde
yaralı
komada
bir hafta sonrasında gözleri kapalı....

12 ekim 06' istanbul radyoları, reklam aralıkları

ses, cüneyt türel (yapmayaydın, bari sen yapmayaydın)



Kendine yük haline gelince,
Koru kendini asıl kendinden
Kekik bile kendince kokarken;
Bir tortu kalmıştır geriye,
Ben bildiğin o senden.
Sen de saygılı ol kendine;
yola bir sabah erkenden.
Ya hiç bir yerde görünme,
Ya da geç aynı anda üç yerden.

ses, devam ediyor...
'İyi otomobil' hissi
Hyundai Assan Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü Nesrin Genç Yılmaz, "Bu yılki imaj kampanyamızda daha önce dokunmadığımız 'git ve yaşa' konseptine uyan müşteri profilini hedef aldık. Birçok değerli şairimizin şiirlerinden kampanyamıza uyanları seçtik" dedi. Hedeflerinin Hyundai'nin potansiyel müşteri kitlesinde bulunan fakat daha önce doğrudan ulaşmadığı, daha özel bir kitleye ulaşmak olduğunu belirten Yılmaz, "Amacımız otomobil almayı düşünenlere Hyundai'nin 'insana kendisini iyi hissettirecek özelliklere sahip', 'iyi otomobiller ürettiği' hissini yansıtmak" şeklinde konuştu.

Pazartesi, Ekim 09, 2006

Pazar, Ekim 08, 2006

iktidar, öldürür...


Anna Politkovskaya
evinin önü


Rus yazar. Kendi hayatını tehlikeye atma pahasına insan hakları davalarının savunuculuğunu üstlenmesiyle tanınır. Çeçenistan’daki savaşa ve Grozniy'in bombalanmasına dair yaptığı cesur haberlerin yanı sıra, Novaya gazetesi adına serbest gazetecilik yaparken, 2002 yılında Çeçen saldırganların düzenlediği ve çok sayıda insanın hayatını kaybettiği Nord-Ost tiyatro baskınında arabuculuk yapmaya çalışmıştır. Aynı zamanda Uluslararası PEN üyesi olan Anna Politkovskaya, bu cesur haberlerinden dolayı birçok uluslararası ödüle layık görülmüştür.

Putin'in Rusyası kitabının tanıtım notu... Çeçenistan Savaşı, Moskova'daki tiyatro baskını, Beslan'daki okul katliamı ve benzeri trajedilerle beslenen otoriterizm, mafyatik kapitalizm, siyasal ve ahlaki çürüme, yoksulluk ve yalnızlaşma: işte, Sovyetler Birliği sonrasında Rusya'nın geldiği yer. Ve tüm bu süreci idare eden, bütün politikasını özgürlüğü bozmak ve özgürlük isteyenleri ezmek üstüne kuran, ülkenin zorba istihbarat servisinin yetiştirmesi, eski bir KGB yarbayı olan Putin. Bu, Vladimir Putin hakkında bir kitap değildir, ama Putin'in Batı'da göründüğü şekliyle bir portresini sunmaya da kalkışmaz. Ayrıca, bu kitapta Putin'in Rusyası'na asla pembe gözlüklerle bakılmaz. Gerçi Rusya'da herkes Putin'in davranışlarına ayak uyduruyor değildir. Batı bize hala bu rolü biçmekten çok hoşlansa da bu ülkede köle olmak istemeyen, özgür olma hakkını kullanmak için çabalayan çok sayıda insan vardır. Fakat, Putin'in ülkenin her tarafında dilediği gibi at koşturmasının başlıca müsebbibinin, bu ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğunun kayıtsızlığı ve itaatkârlığı olduğuna da şüphe yoktur.


Perşembe, Ekim 05, 2006

Çarşamba, Ekim 04, 2006

Salı, Ekim 03, 2006

kimi...


kimi gözleri dağlar, korkusundan, ölüm yaratarak
düşünsene, gözlerin kapalı, her an böğrüne bir bıçağın-süngünün saplanabileceğini, göremediğin namlunun şakaklarına yakınlaşabileceğini, tek, ama tek tutunabildiğin, seninle "aynı"yı hisseden diğerinin yakası-eteği...
duyuları ve duyguları dağlamaktır, iktidarın sindiriciliği...


kimi ezer, gücünün her an kayacağı korkusuyla, yok eder

kimi umudunu alanlara kinlenir,

dağını, taşını, ekmeğini, nefesini azaltanların ülkesine göçmeye, karşılığını almaya yollandığında,

kapıdan sokulmaz içeri, haddi bildirilir...



kimi sürdürür ateşini, kan koklayanlara karşı

Pazartesi, Ekim 02, 2006

la Vie

hayat,


sadece o son anda, o son bir iki nefes süresinde tanımlanabilir... anlamını bulur...

Pazar, Ekim 01, 2006

muz yerken ben, sen ve o...

Uganda
Elen Lanyomo
43 yaşında


Lords Resistance Army
20 yıl süren bir savaş
2 milyon insanın yurdundan edildiği, binlercesinin öldürüldüğü bir savaş
köylülerin öldürüldüğü, yaşatılanların ise dudaklarının ve kulaklarının kesildiği bir savaş
binlerce çocuğun ya savaşçı ya da sex kölesi olmak için zor kullanılan bir savaş


ağlamak ve haykırmaktan başka yapabilecek bir şeyi olmayan'ın yüzüne bakıyorlar...

az önce, az bir an önce bir muz yedim

"tanık oluyor olmanın" ağırlığı gittikçe artıyor...

"aynı tarihi paylaştığım "tür"ümün yapabildikleri" gittikçe sınırsızlanıyor...